"Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası vardır. Duygusuz karanIığı aydınlatamayız"
C.G.Jung

Ay ve İçimizdeki Çocuk
Ay burcumuz duygusal istek ve ihtiyaçlarımızı nasıl karşıladığımızı, kendimizi nasıl rahat ve güvende hissettiğimizi ifade eder. Büyüdükçe duygusal olarak olgunlaşır. Bu ifade alanlarını yapılandırıp, yaşam amacımıza hizmet edecek hale getiririz. Bunu başaramazsak eğer Güneş burcumuzun gösterdiği amaca ulaşamaz, haritamızın bize aktardığı yetenekleri ortaya dökemez ve kendimizi Güneş ve Ay burcumuzun gölgesinde buluruz. Böyle olunca da tek istediğimiz, egomuzu geliştirip sağlamlaştırmak ve varoluşumuza doğru bir anlam yüklemek yerine, korku ve endişeye dayanan bir duygusal güvenlik ve rahatlık arayışı ile yaşam amacımızdan uzaklaşmak olur.
Ay bize metaforik olarak geldiğimiz yeri anlatır. Geçmiş yaşanmışlıkların izlerini duygular aracılığı ile bize taşır. Çoğu zaman nereden kaynaklandığını bilemediğimiz bu duygularla boğuşur dururuz. Fark etmemek, düşünmemek, bastırmak, telafi etmek ve yok saymak gibi mekanizmalar aracılığı ile bu duygularla baş etmeye çalışırız. En iyi ihtimalle subliminasyon (yüceltme) yoluna gider ve ortaya çıkartmakta zorlandığımız bu enerjileri, sosyal olarak onay gören alanlara aktarırız. Ay enerjileri son derece köklü ve değişime dirençli enerjilerdir. Mark Wolynn “Seninle Başlamadı” adlı kitabında; nereden geldiğini bilemediğimiz ve acı çekmemize sebep olan çözülmemiş travmalarla, atalarımızın yaşadıkları travmalar arasındaki bağı tüm çıplaklığı ile ortaya sermiştir. Wolynn atalarımızla olan bu bağları şöyle anlatır. “ Kalıtımsal zincirde yer alan acı her zaman kendi kendine sona ermeyebilir ya da zamanla azalmayabilir. Asıl travmayı yaşayan kişi ölmüş, hikâyesinin üstü örtülmüş ve yıllar içinde saklı kalmış olsa bile, hayat tecrübesine ilişkin parçalar, anılar ve hisler yaşamaya devam edebilir. Adeta şu an yaşayan kişilerin zihinlerinde ve bedenlerinde çözüm bulmak için geçmişten günümüze uzanır.” Neyse ki, artık, duygusal dünyamızı biçimlendiren olayların yalnızca çocukluk dönemimizden kaynaklı izler olmadığını bilim de ortaya çıkardı. Bu yaşantılar, kollektif bilinçdışından, atalarımızdan ya da reenkarnasyon teorisinden, her nereden geliyorlarsa gelsinler, her durumda doğumla yanımızda getirdiğimiz kalıntılardır. Bunlarla yüzleşmeli, varlıkları görülmelidir.
Karma astroloji açısından bunlar, geçmiş yaşantıların karmik izleridir. Bunların tüm yükünü Ay’ın taşıması imkansızdır. Çünkü bu izler toplamda, kollektif bilinç dışının içeriğidir ve insanoğlunun tüm tarihsel yaşantılarını da kapsar. Bunlardan bizim payımıza düşenler, tüm hücrelerimize ve dokularımıza doğumla işlenir. Ay ve Şiron bu içerikten kişisel olanlarla, Plüton, Uranüs ve Neptün de kolektif olanlarla ilgilidir. Ancak varoluş ve varoluş içindeki ruhsal tekâmülümüz bir bütünse, çoğu zaman kollektif olanla, kişisel olan arasındaki çizgi de anlamsızlaşır. Dolayısıyla bizim için kişisel olan her karmik unsur dönüştükçe, o karmik unsurun ilgili olduğu kollektif bilinçdışının arketipi de şifalanır. Bu geçmiş yaşantılardan kalan karmik yüklerin taşınmasında Ay’a en büyük desteği Şiron ve Plüton verir. Karmik kalıntıların içerisinde kişisel olarak en derin, dönüştürülmesi en zor, anlaşılması en güç olan işi Şiron omuzlanır ve doğum haritalarımızda yerleştiği evin konularını özel bir vurguyla bilinçaltımıza kazır. Bulunduğu astrolojik ev, bizim ret edildiğimize ve ne yaparsak yapalım asla kabul edilemeyeceğimize inandığımız konuları içerir. Ve bu konular bilinçaltımıza derin bir değersizlik duygusu olarak kazınır. Plüton’un taşıdığı karmik kalıntılar ise geçmiş yaşantılarda güçlü ölüm, yıkım ve yok olma korkusunu doğuran ağır deneyimlerin tortularıdır. Onun doğum haritalarımızda yerleştiği yaşam alanı neresiyse, o alan korkuyla doludur ve orada var olabilmek için umutsuzca güç arar dururuz. İnsanoğlunun, öleceğini bile bile, bu ölüme meydan okur gibi, güç, iktidar ve etki peşinde koşup durmasının altında yatan korku, yani egomuzun yok alacağı korkusu, yeraltının kralı Plüton’unun bilinçaltımıza derinden işlediği, kollektif bilinçdışı korkularıdır. Ve tam olarak şifalanması, jenerasyonların saflaşması ile ilgilidir.
Şiron ve Plüton’nun taşıdığı karmik kalıntılarla temas etmek ve onları hissedilir hale getirmek, görevi Ay’a düşer. Ay karanlığın ışık kaynağıdır. Karanlığın içinde gömülü, gün yüzüne çıkmak istemeyen kalıntılara, biz bunları görmek istersek ışığını tutar. Nasıl ki Güneş bilinçli varoluşumuza dışa yansıtmak için bilincimizi aydınlatıyorsa, Ay’da aynı şekilde bilinçaltımıza gömülü kalıntıları, tortuları ve karmik izleri aydınlatmaya ve ortaya çıkarmaya çabalar. İşte Ayımızın bulunduğu burcun en temel işlevi budur. Ama tıpkı Güneş’in yaptığı gibi, Ay da ışığını görmek istediğimiz yere yönlendirir. Duyguları gün yüzüne çıkartmak, onların özünde yatan kalıntıların ve tortuların nereden beslendiğini bulup, dönüştürmek istiyorsak en büyük destekçimiz Ay’dır. Ay bu anlamda, karmik olarak öğrenmemiz gereken dersleri de içerir. Ay, geçmiş karmalarla olan bu güçlü bağı nedeniyle, doğu astrolojisinde oldukça ön plandadır. Pek haksız da sayılmazlar, çünkü Ay değerlerimizi geliştirip dönüştürmeden, Güneş’in yolunda ilerleyemeyiz. Tatmin edilmemiş, büyütüp olgunlaştırılmamış duygular, her zaman kendini gerçekleştirme ve ruhsal tekamül için engeldir.
Karmik kalıntıların taşınmasında olduğu gibi, bu kalıntıları dönüştürmenin tüm yükünü ve sorumluluğunu da tek başına Ay’a yüklemek imkansızdır. Bu dünyada yaşıyor olmanın somut gerçekliğinden uzaklaşmadan, sezgilerimizi ve aklımızı da devreye sokmak zorundayız. Sezgi ve akıl yoluyla vizyonumuzu geliştirecek tüm harita unsurları Ay’la birlikte bu dönüşümden sorumludur. Çünkü anlam ve inanca sadece duygular üzerinden ulaşamayız. Büyük planın varlığını sezmek ve bu planın içindeki Ay, Şiron ve Plüton’la taşınan kollektif bilinç dışı izlerinin ne anlama geldiğini ve neye hizmet ettiğini idrak etmek zorundayız.
Ay ve Şiron’nun doğumla taşıdığı değersizlik duygusuna temel olacak karmik tortularla, erken çocukluk döneminde aile yaşantısından edindiğimiz etkilerle harmanlanarak öz değerimizin en temel kısmını oluşturur. Öz değerimizin yeterli ya da yetersiz olması ise, yaşamımızın yönünü tamamen değiştirebilecek çok güçlü bir argümandır. Bu nedenle doğum haritalarını yorumlarken, kişinin özdeğer duygusunu belirlememiz, en kritik konulardan biridir. Bu konularda hata yapmamak için, hem Ay’ın gerçek fonksiyonunu iyi kavramalıyız, hem de Ay’ın bulunduğu burcun özünü doğru bilmeliyiz. Doğum haritalarının yorumundaki en belirgin eşik Ay’dır. Çünkü duygular çoğu zaman kişinin bile fark etmediği, ya da güçlü bir şekilde reddettiği kompleks ve sübjektif yapılar olarak yaşamımızı sinsice yönetirler.
Ay yerleştiği burcun psikolojik süreçlerini, alt doğamıza yönlendirir. Doğal olarak, duygusal zeminde yer bulan bu psikolojik süreçler ve o burçtan gelen yetenekler, Güneş gibi parlak değil gömülüdür. Bu olguların ifadesi kontrolü zor bir şekilde içten gelen bir baskı ile ortaya çıkar. Ay söz konusu olduğunda bilinçli tercihler ya da yaşamsal ihtiyaçlarımızın neler olduğu çoğu zaman önemini yitirebilir. Dolayısıyla kişinin yeteneklerinden öte alt doğasından gelen istek ve arzularından söz ederiz. Şu ayrımı hep ön planda tutmalıyız. Güneş burcumuzdan gelen yeteneklerimiz serpilip gelişmeye çok müsaittir. Kendimizi öyle ifade etmekten gurur duymamıza sebep olur. Ay’dan gelen isteklerimiz ise tatmin bekler. Ama tatmine gidecek yolda kullanacağımız anahtarlar elimizde olmayabilir ya da bu anahtarları bilinçsiz bir şekilde yanlış kapıları açmak için kullanabiliriz. Böyle olunca da Ay, yani duygusal istek ve ihtiyaçlarımız yaşam yolunda kendimizi ve egomuzu ifade ederken veya sosyal ve maddi güvenliğimizi öne koyacak kararları alırken bir engel olarak ortaya çıkabilir. Bu nedenle Ay içimizde besleyip büyütülüp olgunlaştırılması gereken çocuğu ifade ettiği için Tracy Marks’ın da belirttiği gibi öğrenmemiz gereken dersleri de içerir. Kişisel yeteneklerimizi başta Güneş ve Ay olmak üzere diğer tüm gezegenlerimizden ve yükselenimizden alırız. Ancak Ay’dan aldığımız yetenekler gömülüdür. Desteklenip, olgunlaştırılmadan hiçbir işe yaramayacağı gibi rahatlıkla kendimize zarar verme aracına da dönüşebilir
Bu duygular çoğu zaman içimizdeki çaresiz çocuğun feryatlarıdır. Bu çocuk sevilmek, beslenip büyütülmek, en az kendi çocuklarımız kadar koşulsuz kabullenilmek ister. Ay, aynı zamanda nasıl bir anne olduğumuzla da ilgilidir. Yalnızca çocuklarımıza değil içimizdeki çocuğa da nasıl annelik ettiğimizi söyler. Ama Ay’ın esas derdi koşulsuz sevgiyi öğrenmemiz olup Ay aslında bize, koşulsuz sevgiye, anne çocuk ilişkilerini referans alarak, nasıl başlangıç yapacağımızı anlatır.
Ay son noktada bizden koşulsuz sevgi ister. Çevremizdekileri, yargılamadan, eleştirmeden ve yok saymadan sevmemizi, onları kalpten desteklememizi, içimizdeki çocuk aracılığı ile, aslında, geçmişimizi, köklerimizi, atalarımızı ve ailemizi kutsamamızı söyler. Geçmiş yaralardan ve travmalardan kurtulmak, onları şifalandırmak ancak sevgiyle, hoşgörüyle ve içten gelen bir affedicilikle mümkündür. Bu haliyle Ay doğal olarak en çok Yengeç burcunu sever. Zodyak’ın büyük koruyucusu diye adlandırılan Yengeç burcunun en temel özelliği, empatisi, başkalarının duyguları ile akıp gidebilme yeteneği, çevresindekilere bir anne kalbi ile dokunması, insanları ruhuyla sarabilmesidir. Ay en büyük ödülü Yengeçe verirken, en büyük cezayı da ona verir. Onu endişeyle, vesveseyle ve sübjektiviteyle boğar. Pasif ve bağımlı biri haline getirir. İçindeki çocuğu sevmeyi beceremeyen Yengeç kişisini, kinle, nefretle doldurur, onu sevgisiz ve yapayalnız bırakır ve depresyona sokar. Sevgi ilişkilerine duyduğu köklü ihtiyacını elinden alır ve eve kapatır.
Ay’ın tek bir anahtarı vardır. O da “koşulsuz sevgi” bunun dışındaki hiçbir çözümü kabul etmez. Hiçbir şey bilmiyorsa geri çekilir. Travmaları, kalp kırgınlıklarını ve acıları, bir sonraki yaşantıya havale eder.
Ay bizim karanlık tarafımızdır ve hiçbir şeyi bizlere gün ışığındaki parlaklıkla göstermez. Biz karanlıkta ne arayacağımızı bilmek ve karanlığa nasıl göreceğimizi idrak etmek zorundayızdır. Ay içimizdeki çocuğu koşulsuz sevebilmemiz için öğrenmemiz gereken derslerin yazılı olduğu bir dosyası ile birlikte yaşantımıza katılır. Bu derslerin öğrenilmesi, duygusal olgunluk demektir. Olgunlaşmadığımız sürece, daima Güneş burcumuzun gölgesinde kalır ve ruhun ışığını dışarıya yansıtamayız. Dahası, aynı dosya biraz daha kabarmış olarak bir sonraki yaşamda kader olarak tezahür eder.
Nalan YILDIRIM