top of page
logooooo.png
satürn.png

Satürn ve Karma

 

Satürn’yen prensiplerin zorluğunu, en kolay yöneticisi olduğu iki burcun, Oğlak ve Kovanın doğasından kavrayabiliriz. Kovanın ve Oğlağın temelde birbirlerine aykırı gibi görünen dokuları vardır. Oğlak gerçekleştirme, düzen ve otorite demektir. Sosyal kurumları ve yapıları kurmak, devamlılığını sağlamakla ilgilidir. Kova ise mevcut düzenin insanın gelişmesine uygun olacak şekilde değiştirilmesini amaçlar. Oğlak burcunun korumayı ve güvenliği odak noktasına koyan dişil özelliği ile Kova burcunun değişmeyi ve gelişmeyi amaçlayan eril özelliği arasında temel bir çatışma vardır. Zaten astrolojide burçlar eril ve dişil diye sıralanırlar ve ard arda gelen burçlardan ikincisi kendinden önceki burcun paradoksunu kırmak üzere onun anti tezi olarak ortaya çıkar. Yani Zodyak’ta Oğlaktan sonra yerleşen Kova burcunun işi Oğlağın korunma amacıyla yola çıkarak gerçekleştirdiği yapıların, geleneksel değerlere aşırı bağlanmayla sonuçlanabilen statükocu değerlerinin yarattığı kısır döngüyü kırmak ve bu yapıları gelişme ve büyümeye hazır hale getirecek enerjiyi ortaya çıkarmaktır.

Her iki burcu da yöneten Satürn’nün doğası ise çatışan bu iki temel değeri birbirleriyle makul bir dengeye ulaştırmaktır. Satürnyen prensip işte bu nedenle çok zordur. Aynı zamanda farklı burçları yöneten gezegenler kendi konularıyla ilgili tamamlayıcı unsurları işaret ederler. Oğlağın yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayacak maddi yapıları, Kovanın da bu maddi yapılar içinde insanlığın varoluşunun sürdürülebilirliğini sağlayacak hümanist düşünceleri korumayı içerdiğini görürüz. Özde birbirine anti tezmiş gibi görülen Oğlak ve Kovanın bu tamamlayıcı prensiplerini fark ettiğimizde şu sonuca varırız. Satürn her şeyden önce sürdürülebilirlikle ilgilidir. Hiçbir edimi, kendi doğasının sürdürülebilirliğine rağmen yapamayız. Çünkü özümüzün ihtiyaçlarını gidermek zorundayız. Aksi taktirde, Satürn varlığın devamlılığının  tehdit altında olduğunu hatırlatmak için engelleri devreye sokar. Mesela, toprağı korumalıyız (:Satürn’ün Oğlak süreci). Aksi taktir de aç kalırız. Transitler aracılığı ile, yani Satürn toprak evlerinden her geçişinde yada toprak evlerine yaptığı zorlu açılarla bunu bize farklı cephelerden defalarca gösterir. İstediğimiz kadar hiyerarşik, geleneksel ve katı yapılar kuralım, bu yapılar toprağın esas doğasına aykırı olduğu sürece hiçbir işe yaramaz.  Sonra da Afrika’daki açlığı orda yaşayanların kaderleri gibi görür ve arkamızı döneriz. Toprağın tüm insanlığın ortak malı olduğunu, Afrika’dakilerin de Avrupa’da yaşayanlar kadar, bu topraklan beslenmeye hakkı olduğunu (:Satürn’ün Kova süreci) görmeliyiz.


Satürn, Dane Rudhyar’a göre bir kişinin esas doğasının, gerçek benliğinin saflığını gösterir.  Bu yaklaşımdan yola çıkan Stephen Arroyo “Astroloji, Karma ve Dönüşüm”  adlı kitabında Satürn’le ilgili son derece açık, sade ve net bir açıklama getirir. “Satürn’e yüklenen olumsuz anlamların nedeni pek çok insanın kendi esas doğasının sınırları, yerine moda, sosyal roller, gelenekler ve ego oyunlarının koşullarına göre yaşamalarıdır. Dolayısıyla Satürn içimizdeki esas doğanın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelten sert bir azarlama veya kaderin meydan okuyan tavrı olarak deneyimlenir.”  Kısaca Satürn bizi esas doğamızdan uzaklaştıkça, kendimiz olmaya yöneltmek için, sınırlar, koyar ve büzer. Ve buna karşın biz de Satürn’ü melefik yada kötücül diye damgalarız. Oysa ki hepimiz, bireysel yaşamımız da, çoğu kez esas doğamıza rağmen, toplumca bize pompalanan değerlerin peşinde takıntılı olarak yola devam etmeye çalışır, daha fazla çabayla, hırsla ve özümüze uymayan bir zeminde ilerlemek isteriz. Daha yoğun, daha tutkulu olsa da aslında hep aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleriz. Bir türlü olmaz. Özellikle kişisel gelişim programlarının “bir kişi yaptıysa sen de yaparsın” sloganlarının peşinden koşar, bilinçaltımıza “yeteri kadar istersem ben de elde edebilirim” kodlarını yerleştirmek için türlü türlü yollara başvururuz. Sonuç olmaz, meşhur olmak isteriz olmaz, zengin olmak isteriz olmaz, birinci olmak isteriz olmaz. Mutlu olmak isteriz, hiç olmaz.

 

Bu konuyla ilgili uç bir örnek verelim. Doğum haritasında hiç toprak elementi ve toprak evlerinde her hangi bir vurgusu olmayan biri, dünyevi değerlerle işi olmayan özgür bir ruhtur. Mahalle baskısıyla evlenir, maddi endişe ile çalışır, ego oyunlarıyla statü ve para ister.  Çünkü ebeveynleri ve çevresi “Eyvah bu çocuk ne olacak” korkusunu sürekli ona hissettirir. Sonuç tabi ki mutsuzluk ve uyumsuzluk. Çünkü bu talepler esas doğasına aykırıdır. Peki bu kişi çalışmayacak mı? Geleceğini kurmayacak mı? Ve kendini korumayacak mı? İşte Satürn’ün oluşturduğu yaşam karması burada çıkar.

 

Burada Satürn’ün ikinci prensibi devreye girer “Makul Denge”.  Satürn, aç gözlülükten, hırstan, tutkudan ve korkudan temellenen hiçbir çabaya bizim istediğimiz cevabı vermez. Biz de buna  “Yapıyorum ama olmuyor” veya “Bu nasıl bir kader?” Olmadı “Kısmet değilmiş” gibi düşüncelerle tepki veririz. Çoğumuz demoralize olur, daha ileri gidenler depresyona girer. Kadere kısmete inanmıyorsak eğer umutsuzluğa sürüklenir ve isyan ederiz. Satürn ihtiyacımız kadarını ve yaşam karmamızı gerçekleştirecek fırsatları, transitleri aracılığı ile her zaman hayata sunar ama biz tercihlerimizi çoğu zaman esas doğamızın ihtiyaçları yönünden değil de, ego oyunlarından yana kullanırız.

 

Karma-Kader ve özgür irade konusunda Glenn  Perry’nin söylediklerine kulak verelim.  “Bir önceki karmamızın sonuçlarını ifade eden ve kader olarak doğumla gelen karakterimizi, özgür seçimlerimizle dönüştüremezsek eğer, bu yaşamda ki edimlerimizin sonuçları da karmamızı oluşturup, bir sonraki yaşamda kader olarak karşımıza gelecektir.  Satürn’nün karma ile ilgisi tam olarak budur. Bu yaşamdaki edimlerimizi esas doğamıza uygun hale getirmek.  Esas doğamızın ihtiyacı ise bir önceki yaşamdan gelen karakterimizin dönüşmesidir. Çünkü bu karakter, korkuları, travmaları ve aç gözlülükleri içerebileceği gibi,  değersizlik duygusunu ve öz saygımızla öz güvenimizin doğru bir zemine oturtamamış olmayı içerir."

Biraz geri dönüp astrolojinin nasıl işlediğine bakalım.

  • Kişinin doğumla kader olarak getirdiği karekterini, Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars ve yükselen derecesi ve bunların bir birleriyle, astrolojide açı adı verilen enerji akış kanalları aracılığıyla yaptıkları temaslar belirler.

  • Astrolojik olarak bu unsurlar bulundukları burçlar itibariyle, o burçların pozitif ve negatif yönlerini birlikte kişiliğe eklerler.  

  • Bu gezegen, ışık ve astrolojik noktalar, bulundukları Zodyak burcu ile anlam kazanırlar ve Zodyak burcunun pozitif ya da negatif özelliklerinden hangisine daha yakın oldukları, doğdukları andaki gökyüzü haritasında (natal haritada) sadece bir eğilim olarak şifrelenir.

  • Yaşam yolunda, zaman, zaman bu kutuplardan birine daha yakın, diğerine daha uzak durabiliriz. Bu duruşumuzu yol ayrımlarındaki tercihlerimiz belirler.

  • Bu tercihleri bir özgür seçim olarak farkındalıkla da yapabiliriz ya da farkındalığın getireceği zorluğu bilinçaltından reddederek, doğum haritamızdaki negatif eğilimleri bize dayatılmış seçimler olarak algılarız.

  • Her durumda bilinçli ya da bilinçsiz bir seçimde bulunmuşuzdur ve bu seçimde bizi bir sonuca götürür. Karma tam olarak burada doğmaya başlar.

  • Bu yaşamdan bir sonraki yaşama aktaracağımız karmamız, bu seçimlerle oluşturduğumuz edimleri gerçekleştirdiğimiz yaşam alanlarında oluşur. (Bu yaşam alanlarına astrolojide “ev” denir. Evler, yaşamın tümünü içerecek şekilde on iki parçaya bölünmüştür.)

  • Sonuç olarak, kişilik özelliklerimizin bu kutupsal yapısından temellenen edimlerimiz “astrolojinin on iki evi” ile katagorize edilen yaşam alanlarında gerçekleşir. Karmamızı bu alanlara ekeriz ama  hasatın önemli bir kısmını bu yaşamda değil, bir sonraki yaşam içinde biçeriz. Çünkü hasattan kalanı, sonraki yaşam deneyimlerinde kader olarak ortaya çıkacak karakterimizi oluşturmak üzere evren tohum olarak toprakta bizim için saklar.

  • Ne kadar esas doğamızı besleyecek ve kendimizi dönüştürecek yönde ilerlersek, sonra ki yaşamlara o kadar az karma yükü devrederiz. Üstelik önceki yaşamdan aldığımız karmik yükler, bu yaşamda oluşturduklarımıza göre daha katı ve zorlayıcı süreçlere dönüşebilirler.

Bu karakterin öğretmenleri ise Satürn ve Jüpiter’dir.  Satürn ve Jüpiter bizlere;

  • Kişilik unsurlarımızın pozitif ve negatif ifadesi ile vurgulanan yapısının her iki kutbu arasında “makul denge” diye adlandırdıkları bir orta nokta olduğunu ve bu orta noktayı yakalamamızı,

  • çabamızı makul dengeyi yakalayacak edimlere yönlendirmemizi,

  • kendimize hem değersizlik duygusundan hem de kibirden beslenmeyen doğru anlamları atfetmemizi,

  • ve en temel sorumluluğumuzun da bu olduğunu.  

      söyler.

Çünkü ruhsal yaşamın sürdürülebilirliği ruhun tekâmülüne, ruhun tekamülü ise astrolojik çemberde altı eksenle ifade edilen temel karşıtlıkların dengelenerek çemberin merkezinde buluşmasına yani kozmik bilince ulaşmaya bağlıdır.

Satürn ve  Jüpiter birlikte ruhun tekamülünü sağlayacak dersleri bize öğretirken, transit dönemlerinde de karşımıza çıkardıkları ve bilinçsizce kader ya da tesadüf diye algıladığımız, ama özünde bizim esas doğamıza aykırı seçimlerimizin sonuçları olan meydan okumalarla bizi sınar. Steven Forrest’ın dediği gibi her ikisi de büyük öğretmenlerimizdir.  Özellikle Satürn’ün sınavları yaşamın güçlü meydan okumalarında şifrelenmiştir.  Satürn sınavlarını geçemediğimizde, notlarımız maddi kayıplardan başlar ve korkudan felç olup hareketsiz kalmaya kadar gider. Jüpiter sınavları daha kolaymış gibi gelebilir ve Jüpiter’in notları da daha yüksek gibi düşünülebilir. Çünkü Jüpiter en yaygın olarak kibirle bizi cezalandırır ve biz bunu büyük bir kayıp gibi algılamayız. Oysaki kibir tüm dinlerin ve inançların en büyük günahlarındandır. Bir sonraki yaşantıda çok ağır bir değersizlik duygusu ile ortaya çıkabilir. Çünkü kibir, bilinçaltımızda var olan ancak ret ettiğimiz ve yok saydığımız değersizlik duygusunun gösterişli ve güçlü bir şekilde dışa vurumudur.

Kişi kendini esas doğasına rağmen gerçekleştiremez: Kişi kendisini ancak esas doğasını belirleyen burçların en yüksek ifadelerini yakalayarak gerçekleştirir. Yukarıdaki örnek olarak bahsedilen doğum haritasında "Hiç toprak vurgusu olmayan kişinin esas doğası nedir?" sorusunun cevabını arayalım. Enerjinin sakınımı kanununu element enerjilerine de uygulayabiliriz. Bir element az ise başka biri ya da birileri çoktur. Bir element hiç yoksa büyük ihtimalle başka biri ya da birileri aşırıdr. Doğum haritalarında aşırı vurgulu ya da vurgusuz elementler mutlaka yaşama zorlayıcı deneyimler getirir ve kişinin bu elementlerini dengelemesi gerekir. (Her element Zodyak çemberinde kendinin zıt değerlerini içeren hep aynı elementle karşı karşıya durur. Her zaman toprağın karşısında su, suyun karşında toprak bulunur. Hava ve ateş için de durum böyledir.)  İşte aşırı vurgu ya da vurgusuzluk, Burçlar Kuşağı'nda karşı karşıya duran bu elementlerin birbirlerinden ders alarak makul dengeye ulaşmaları içindir. Toprak elementi olmayan biri, maddi yaşantının ve dünyanın nimetlerinin ne anlama geldiğini, hiçbir şeye bağlanamamanın ve ait olamamanın ne demek olduğunu öğrenmek için doğmuştur.  Bu kişinin toprak eksikliği karşısında su elementinin aşırı vurgulu olduğunu varsayalım. Bu durumda aidiyetsizlik ve bağlantısızlık yüksek su elementi tarafından korku ve endişe olarak tercüme edilecek, kişi kendini duygusal olarak güvende hissedemeyecektir. Ve bu durum duyguların içinde boğulup, yüksek endişe içerisinde yaşamını sürdürmesine sebep olacaktır. Üstelik toprak eksikliğinden gelen bağlanma zorluğu, su elementinin sevgi ilişkileri aracılığı ile yaşam içinde kendine güvenli bir duvar oluşturma isteği ile temelden zıt değerlerler olarak çok güçlü içsel çatışmaları ortaya çıkaracaktır. Doğal olarak kişinin tüm yaşamının en büyük paradoksu da bu olacaktır. Kendini topraklayamayan özgür ruh bu temel çelişkiyi aşmak için ne yapmalı? Bu sorunun cevabını sadece “makul denge” anlayışının içinde bulabilir. Hem maddi hem de duygusal güvenlik ihtiyaçlarının yine makul ölçülerde karşılanmasıdır. Esas doğasının ihtiyacı, kişilik yapısındaki bu çelişkiyi sağlam temeller üzerinde yeniden yapılandırmaktır. Bu oldukça ağır ve zorlu bir yaşam deneyimi gibi görünse de karşıt değerlerin çatışmasından gelen farkındalığı da çok yüksek ölçüde ortaya çıkarır. Geçmiş yaşamdan tohumlanmış bu çatışma, kişinin daha önceki yaşantısında, maddi değerlere hırsla bağlanmış, aç gözlü ama hiç sevilmemiş çok zengin biri olabileceğini gösterebilir. Bu dengesizlik daha önceki yaşantıda maddi değerlerle aşırı bir bağ kurma sonucu kişiye kader olarak bu yaşantıya aktarılmasından başka bir şey değildir. Üstelik maddi değerlerle kurulan aşırı bağın altında değersizlik duygusu yatar. Bu problemle yüzleşmek ve doğru seçimlere yönlenmek aynı zamanda bir önceki yaşamdan getirilen toprak-su dengesizliğinin kalıntılarından arınmak ve bu yaşamda doğru edimler oluşturarak bir sonraki yaşama kaderimiz gibi görünecek karakter özelliklerimizi aşmak yani “makul bir dengeye” getirmek demektir. Astrolojinin karma ile olan bu temel ilişkisini kuramayan bir astrolog ise kişiye “özgür ruh” damgasını vuracaktır. Oysaki o özgür falan değil dışa vuramadığı sevme ve sevilme isteği ile yanıp tutuşan esir bir ruhtur. Bu esaret ancak esas doğasının gerçek ihtiyaçlarına kulak verip bu çelişkiyi idrak edip dengelendiğinde bitecektir. Çünkü toprak da su da dişil elementler olup bu elementlerin doğasının en temel özelliği “güvenlik ve korunma” dır. Karma açısından o, güvenlik ve korunma ihtiyaçlarını, aç gözlülüğe ve korkuya saplanmadan deneyim yoluyla öğrenmek için bu planı seçmiş biridir.  Kendi içindeki bu çatışmayı görmediği sürece bu paradoksun kurbanı olan kişi, bunu bir kez fark edip, çözme yoluna gittiğinde ancak bu esaretten kurtulacaktır. O aslında “cesur bir ruh” olup böyle bir doğum haritasını, bu kadar yüksek içsel gerilimi seçtiği için.

Satürn’ün görevi, ışıkların,  gezegenlerin ve astrolojik noktaların, her birinin en kutsal anlamını yakalayana kadar zamanın, çabanın, maddenin ve sınırların önemini hatırlatmak, bizleri sürekli sınavlara tabi tutmaktır. Satürn bu dersleri anlayana ve yaşam deneyimlerimizin  gerçek anlamını (Oğlak süreci) kavrayana ve ruhlarımıza ev sahipliği yapan gezegenimizdeki tüm varoluş şekillerine saygı duyup (Kova süreci)  onları kutsayana kadar insanoğlunun yakasını bırakmaz

Kişi kendi esas doğasına rağmen dönüşemez. Kişi bilinçaltına rağmen dönüşmelidir.  Yani;

  • Plüton’un geçmiş yaşam kalıntılarından getirdiği korkulara ve gölge değerlere

  • Şiron ile fabrika ayarları misali doğumla ve genlerimizle yanımızda getirdiğimiz geçmiş yaşam travmalarına

  • Güney Ay Düğümümüzün işaret etiği saklanma alanlarına

  • Uranüs’ün taşıdığı zihinsel blokajlara

  • Neptün’nün illüzyonlarına, pembe tablolarına ve hayal kırıklıklarına 

      karşın yoluna devam etmeli ve saflaşmalıdır.

Hiç birimiz, Plüton’la, Şiron’la ve Güney Ay düğümüyle, 8. Ev gezegenleriyle,  Akrep burcunun kestiği ev ve Akrepteki gezegenlerle en derinden yüzleşip saflaşmadıkça huzur bulamayız. Hiç kimse, bu arınmayı ve saflaşmayı sağlayamadığı sürece mahalle baskısının ve ya yaşamın diğer unsurlarının üzerinde oluşturduğu korku dolu etkilerden, hırstan, tutkudan kurtulamaz, geçmiş yaşamlardan gelen etkilerden özgürleşemez ve gerçek mutluluğu yakalayamaz.  

Satürn sınavlarına bir de büyük ölçekten bakalım. Pek çok nedenle birlikte toprağın aşırı kullanımından kaynaklı olarak açlıkla savaşan Afrika örneğine dönelim.  Afrika’da açlıkla yüz yüze gelenlerden biri de biz değilsek o zaman nasıl cezalandırılmış oluyoruz.

  • Aşırı tüketimin getirdiği tatminsizlik ve günümüzün en yoğun sorunu olan depresyonla (Oğlak sürecindeki Satürn) cezalandırılıyoruz.

  •  Bu dersleri almazsak eğer,  sıra bize ya da çocuklarımıza olmadı torunlarımıza yani geleceğimize gelecek. “Kaçacak başka bir Dünya yok” sloganında olduğu gibi geleceğimizi (Kova sürecindeki Satürn)) yok ederek cezalandırılıyoruz.

Çünkü Satürn ve Jüpiter Dünya halkları olarak hepimizi sınıfta bırakıyor. Ne Oğlak değerlerini yükseltip geleceğimizi koruyabiliyoruz,  ne de Kova değerlerini yükseltip hümanist anlayıştan beslenen bir değerler sistemini geliştirip,  farklılığının getirdiği zenginliklerden beslenen ve bu günden geleceği koruyan geniş bir dünya misyonu oluşturabiliyoruz.

Satürn’ün prensiplerinden bir diğeri de “zaman” dır.  Satürn bize, yaşam görevlerimizi, sınırlarımızı, sorumluluklarımızı, maddi dünyaya ve sosyal kurumlara olan ihtiyacımızın gerçek anlamını anlatırken , “zamanın” değerini ve önemini de hatırlatır. Özde söylediği şudur. “Unutma bu dünya da yaşıyorsun, senin için şu anda ki tek gerçek bu”.  Bu Dünya’da tezahür eden insanoğlunun yaşam serüveni, yeryüzü ve gökyüzü arasında evirilen bedenlerimizin ve zihnimizin, zaman ve mekan algısını belirleyen tek faktördür. Bu dünya ve bu beden sonlu ve sınırlıdır. Bu nedenle Satürn bize yaşam görevlerimizi hatırlatırken,  maddi dünya ile bağımızın zamanla biteceğini gösterecek engellerle yüzleştirerek zamanın değerini unutmamıza asla izin vermez. Ve böyle bir gezegenin “Karmanın Efendisi” olmasının anlamı, zaman ve mekanın anlamını doğru idrak etmemiz ve değerini bilmemiz içindir. Çünkü zaman ve mekan boyutlarından ayrı değerlendiremeyeceğimiz bu gezegen, ruhların tekamülü için değerlidir.

Satürn’e göre bu dünyadaki hiçbir şeyin, hiç kimse sahibi değildir, herkes bu dünyanın korunması ve kollanması için görevli bekçilerdir.  Çünkü Satürn zaman ve mekan demektir ve her şey zamanın ve mekanın içinde var olur ve yok olur. Önemli olan metaforik olarak reankarnasyon ve benzeri döngülerdir. Sonsuz olan ise bu döngülerin sonunda avuçlarımızın içine doldurabildiğimiz ve kollektif bilinç dışına yansıtabildiğimiz idrak ve bilgeliklerimizdir. Tüm bu zorluklar ruhumuzu zamandan ve mekandan özgürleştirme şansımızı idrak edebilmemiz için yaşanır.

Satürn bizi, her 7 yılda bir sınava tutarken aslında avuçlarımızın içine bakar.  Onu doğru kavrayamaz ve avuçlarımızı bilgelikle dolduramazsak eğer, Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, yükselen ve Ay Düğümlerimizin doğum haritalarımızda temsil ettikleri arketiplerin olumsuz ifadelerinde takılıp kalırız. Bu olumsuz ifadeler,  bir yandan gölge kişiliklerimizi oluştururken, diğer yandan da kör noktalarımızın  kaynağıdır.  Doğum haritalarımızdan çıkarabileceğimiz gölge kişiliklerimiz, astrolojik sembollerin içinde saklı duran arketiplerin olumsuz dışa vurumlarıdır. 

Kör noktalarımız ise genel olarak;

  • Yaşamın bize getirdiği kolaylıklarda (: 60 ve 120 derecelik açıların rehavetinde), 

  • Nerden geldiğini anlamadığımız gerilimlerde(:Kuzey Ay Düğümünün korkularında ve150 derecelik açıların taşıdığı belirsizliklerde),

  • Aldanışlarımızda (:Güney Ay Düğümü ve Neptün’ün pembe tablolarında),

  • Zihinsel ve duygusal ön yargılarımızda (:Uranüs ve Plüton’nun yıkıcılığında)

gizlidir. 

Satürn’ü idrak ettiğimizde ve seçimlerimizi bu idrakle gerçekleştirdiğimizde, bilgelikle dolar ve mezun oluruz. Satürn’den, onun sınavlarından ve sınırlarından özgürleşebiliriz. Bu durumda;

  • Alçakgönüllü, sağlıklı ve cömert bir egoya (:GÜNEŞ),

  • duygusal dinginliğe (:AY),

  • zihinsel huzura (:MERKÜR-URANÜS,)

  • evrene güvenden beslenen, koşulsuz sevgiye (:VENÜS-NEPTÜN),

  • her çeşit korkudan arınmış, cesur, açık, net, kesin, koruyucu ve kollayıcı bir iradeye (:MARS-PLUTON),

  • ruhumuzun sonsuzluğunun idrakinden aldığımız var oluş anlayışına (:JÜPİTER),

  • ve tüm bu özelliklerimizin bir sentezi olarak kendimizi, spontan, akıcı ve doğal bir stille ortaya sermenin sağladığı bütünlük duygusundan destek alan saygıya (:YÜKSELEN VE BAŞ UCU NOKTALARI)

zaten ulaşmışız ve Satürn sınavlarını başarı ile sınıfı geçmişiz demektir.

 Ödüllerimiz ise günün sonunda;

  • Ego oyunlarını aşabilmenin getirdiği doğal ve spontan akışımızdan beslenerek dışa yansıyan yaşama aşkı (Ateş evleri: 1. 5. ve 9. evler),

  • maddi yaşantımızı oturttuğumuz makul dengeyi sağlamak için katlandığımız sıkıntıların ve acının dönüşümünden gelen bilgelik ve sağlık (Toprak evleri: 2. 6. ve 10.evler),

  • zihnin sınırlarından ve yaşamın dayattığı doğmalardan özgürleşmek için deneyimlediğimiz zihinsel kaostan doğan farkındalık ve yüksek değerlere sahip bir vizyon (Hava evleri: 3. 7. ve 11. evler),

  • bilinçaltı korkularımızın dönüşüm sancısının şahidi olan ve duygusal kaostan doğan koşulsuz sevgi, evrene güven ve sonsuzluk duygusundan temellenen  içsel farkındalık (Su evleri:  4. 8. ve 12. evler),

  • kendimizi aşmanın coşkusu (: AY DÜĞÜMLERİNİN VE SATÜRN’ÜN EVLERİ) 

  • kendimizi gerçekleştirmenin getirdiği bütünlük duygusundan yükselen gerçek mutluluk (:GÜNEŞ’İN VE AY’IN EVLERİ)

olacaktır. 

Nalan Yıldırım

 

Kozmik dramada payımıza düşen rolü oynarken, kendimizi seyretmemizi sağlayacak olgun ve mesafeli bir duruş edinebiliriz. Evrenin uyumlu olduğunu, yalnızca kendi dar görüşlülüğümüzün onda bir ahenksizlik yarattığını bilmeliyiz.

Stephan Arroya

bottom of page