
Astrolojik Düzenin
Dinamik Yapısı:
Burçların Doğuşu

Genel olarak yaşantılarımız bize bir kaosmuş gibi gelir. Yaşantılarımızın içindeki bir birinden çok farklı dinamik unsurların, bir düzenin parçası olduğunu düşünmeden bunları kontrol altında tutma çabamız bu kaosun yaratıcısıdır. Kendimizi ve çevremizi ne kadar kontrol altında tutmaya çalışsak da bir türlü istediğimiz düzeni kuramayız ve sürekli bizim dışımızda olduğunu sandığımız, bazen şansızlık bazen de kader diye adlandırdığımız engellerin bizi yolumuzdan alıkoyduğunu düşünürüz. Zaman zaman kontrolü elimizde tutabildiğimizi düşünsek dahi, gün gelir kendimizi yine kontrol edemediğimiz bir yaşantının ortasında buluruz. Kaos büyür, bizi yorar, kırar ve yıkar geçer. Aradığımız düzen, aslında kontrol çabamızın oluşturduğu kaosun içinde saklıdır. Büyük planın bir parçası olarak her birimizin ayrı, benzersiz ve tamamen kendimize özgü bir gelişimsel amaca hizmet eden varoluş nedenlerimiz vardır. Bu varoluş nedenimize aykırı olan her edimimiz kaosu ortaya çıkarır. Yapmamız gereken, bu büyük planın düzenini anlamak ve ona bağlı olarak kendi planımıza hizmet edecek edimlere yönelmektir. Eğer, kendi dönüşüm temalarımızın ve yaşam görevlerimizin ne olduğunu anlayamazsak, bu kaosun altında yatan düzeni de göremeyiz. Bu düzen özünde evrenin büyük planının, gezegenimizdeki tüm yaşama yansımasından başka bir şey değildir. Astrolojiyi hem bilimin hem de dinlerin ötesinde bir öğreti yapan işte bu bakış açısının kendisidir. Astrolojik bakış hiçbir şeyi bütünden ayrı ve bağımsız düşünmez. Dünyanın en kadim öğretilerinden biri olan Astroloji, işte bu evrensel düzenin ne olduğunu ve bizim yaşantılarımızda nasıl vücut bulduğunu anlatır. Bu nedenle Astrolojinin her şeyden çok bu düzenle ilgili olduğu söylenir. Bu düzenin baş aktörleri, dört element (:ateş, toprak, hava ve su), üç nitelik ya da mod (:öncü, sabit, değişken) ve iki cinsiyettir. (:eril ve dişil) . Bu üç olgusal çeşitliliğin matematiksel bir düzen içerisinde yan yana gelmesinden ortaya çıkan tablo astrolojik düzenin tablosudur ve evrensel dinamizimden yaşantılarımıza yansır. Bu tablo bizimle ilgili olan kişisel, sosyal ve evrensel tüm unsurları içinde barındırır.
Astroloji'nin özü eril ve dişil enerjidir. Eril yaratır, dişil enerji yaratılanı sürdürülebilir kılar. Eril enerji
gelişme, büyüme ve yayılma odaklıyken, dişil enerji korunma, güvenlik ve yoğunlaşma odaklıdır. Eril enerji ateş ve hava elementlerini, dişil enerji ise toprak ve su elementlerini doğurur. Bu elementlerin her birine üç niteliği eklediğimizde, her elementin üç ayrı oluşumu ile yani üç ayrı burcu ile karşılaşırız. Herbir element, öncü, sabit ve değişken olmak üzere üç ayrı burçla dünyevi yaşamın döngüsüne girer. Dört element ve üç nitelikten oluşan on iki burç (4x3=12), burçlar kuşağında (Zodyak’ta) matematiksel bir düzen içerisinde sıralanarak, ruhun bu dünyadaki yaşam döngüsünü tezahür ettirirler. Dolayısıyla, her bir burcun içerdiği evrensel temaların her biri de kendi elementlerinden ve niteliklerinden doğmuş olur. Bu element ve niteliklerin sahip olduğu arketipler ise, o burcun varoluş amacını gerçekleştirmesi için ihtiyacı olan her şeyi içerir. İnsan varlığının bu dünyaya doğmasından evrene geri dönmesine kadar süren yolculuğunun her aşaması, iki, cinsiyet, dört element ve üç nitelikten doğan Zodyak burçlarının içinde şifrelenmiştir. Yalnızca insanın değil büyük planda insanlığın dönüşümünün izlerini de burçların dinamiklerinde bulabiliriz. Her bir elemente, niteliğe ve burca varoluşsal olarak yüklenen temalar ise anahtar kelimeler düzleminde binlerce yıldır aynıdır ve değişmeden günümüze gelmiştir. Tarihsel olrak bu anahtar kelimelere yüklenen anlamların içeriği; yaşadığımız süreç, baskın inanç ve bakış açısı ile farklılık kazanmıştır.
ZODYAK ÇEMBERİNDE VAROLUŞUN DÖNGÜSÜ
Elementler, nitelikler ve cinsiyetler yan yana gelince ortaya çıkan birbirinden farklı, ancak birbirini bütünleyen on iki varoluş enerjisinin, kendi gelişme ve dönüşüm temalarını, element ve niteliklerini aşağıdaki tablodaki gibi özetleyebiliriz.
Elementlerin, niteliklerin ve cinsiyetlerin arketipleri ile burçların varoluş amacını birleştirerek burçlar hakkında pek çok şey söyleyebiliriz. Burçları kavrayabilmek için onlar hakkında yazılanları ezberlemek astrolojiyi öğrenmenin zor ve sıkıcı bir yoludur. Tabloda verilen amaçlarla arketipleri birleştirdiğimizde, hem burçların özünü kavramış oluruz hem de burçlarla ilgili yapacağımız her çeşit yorumu sağlam ve evrensel temeller üzerinden yapabiliriz.
On iki burcun on ikisinin de varoluş planındaki yerleri aynı derece önemli olduğu gibi, her burcun en son ifadesini yakalayacak kişilik özelliklerine ulaşmamız da aynı derece zordur.
Örneğin, Koç ateş elementinin burcudur. Ateş enerjisi bir şeyin olmasını istemeyi ve onu yapmaya hazır olmayı ifade eder. Yapmaya hazır olmanın gerektirdiği dinamizm, şevk, motivasyon ve idealizmi barındırır. Öncü olması yol açan, arkasına bakmadan ilerleyen bir enerjiyi, eril olması ise aktif ve verici bir enerjiyi ifade eder. Peki, bu yoğunluktaki enerji varoluş için neden önemlidir? Bu öncü-ateş-eril enerji biçimini, Koç burcunun varoluş amacı olan egonun oluşumu ile de ilişkilendirirsek, bu sorunun cevabını buluruz. Yaşamın başlangıcı, doğum ve filizlenme; işte Koç burcu budur. Bu öncü ve eril niteliklere sahip ateş elementinden oluşan Koç enerjisi, bu dünyaya ilk adımı atabilmek için gerekli enerjinin psikolojik süreçlerini içerir. Bütün başlangıçlar, arkaya bakmadan verilen “ben” savaşı, istek, cesaret, egoizm, savaşma yeteneği, kendini dayatma gücü gibi. Doğum sert ve bencilce başlamalıdır. Her şeye rağmen doğum olmalı, tohum filizlenmelidir. Eğer Koç burcuysak ve doğum haritamızdaki gezegen kombinasyonlarımız bu enerji düzeyini bozuyor ya da zorlaştırıyorsa, o zaman hem burcumuzun hem de bulunduğu elementin dengesi bozulup karşıt uçlarından birine gideriz. Bunun sonucunda ortaya ya korkak ya da kendi varlığını yok edecek derecede gözü kara biri çıkar.
Bir örnek de Akrep burcundan verelim. Akrep, elementi su, niteliği sabit, cinsiyeti dişi olan bir burçtur. Akrep astrolojik döngüde yüzleşmeyle ve en derindeki gerçeği arayıp bulup gün yüzüne çıkarmakla ilgilidir. Gerçek anlamdaki yüzleşme hangi psikolojik yapıyı gerektirir? Yüzleşme için gerekli olan içsel güç, duygusal zeka ve her şeye sızabilme yeteneği su elementinden gelir. Sabit nitelikten inadını, dayanıklılığını dişil cinsiyetinden ise yaşantıların etkisini içine çekip, dönüştürüp dışarıya tepki olarak yansıtma özelliğini alır. Peki, Akrep'i başarıya başka türlü bir enerji kombinasyonu götürebilir mi? Tabi ki hayır. Çünkü, gerçek anlamdaki bir yüzlleşme için görünmeyen şeylere yönelik merak ve tutku, pembe tablolara çomak sokma arzusu, takıntılı bir inat, rasyonel aklın sınırlarının dışına çıkabilen bir yetenek yani empatik bir akıl gereklidir ve bütün bunları dişil-sabit-su enerjisi, kendi varoluş amacını gerçekleştirmesi için Akrep'e verir.
İnsanın gelişimi ve dönüşümü, özünde kişisel ya da evrensel ruhun yolculuğunu anlatır. Aslında hepimiz birer ruhuz ve dört elementin farklı ifadelerinde yaşam bulan on iki burcun her biri ruhumuzun bir parçası ile ilgilidir. Maddi boyutun temsilcisi olan toprak burçları dahil olmak üzere, Zodyak burçlarının hepsine bir bütün olarak baktığımızda, ruhun gelişimi için gerekli taşların yerli yerine oturduğunu görürüz. Ruhun yolculuğu ise bu burçların her birinin en üst ifadesini yakalayana kadar devam eder. Ruhsal dönüşümümüz ne tek başına su elementi ile ilgilidir, ne de ateş elementiyle. Ruhumuzun tekamülü için tüm elementlerin evrensel ifadelerini yakalamamız gerekir. Ateşle var olur ve yaşam enerjisiyle dolarız. Hava ile nesnelleşir ve farkındalık kazanırız. Toprakla bu dünyaya bağlanır ve bilgeleşiriz. Su aracılığı ile ruhumuzla bağlantı kurar ve dönüşürüz.
Astrolojinin matematiksel olarak mükemmel bir ritmi olduğu gibi, bu ritim kadim öğretilerle 4-5 bin yıl öncesinde bile insanı hayrete düşürecek şekilde anlamlandırılmıştır. Günümüzdeki tüm astroloji ekolleri de aynı anlam düzeyini esas almakta, yorumlarını kendi varoluş anlayışlarına göre biçimlendirmektedirler. Özü son derece açık ve net olan bu anlam düzeyleri, bizim yaşam perspektifimizle, inançlarımızla ve ön yargılarımızla şekillenir.
Burçlara, ezoterik anlam düzeylerini bozmadan, ruhun tekamülünü anlatan karmik dönüşüm temaları açısından baktığımızda, kadim bir öğreti olan astrolojinin kusursuz bir döngüyü anlattığını görürüz. Koç, balığın çözdüğü egonun yeni bir farkındalık düzeyiyle ve sezgisel aklımızın açtığı yolla yeniden doğuşunu anlatır. Ancak bu durumda, yeniden doğuş için organize olmuş, öncü-ateş enerjisinin sürekliliği ve dayanıklılığı yoktur. Bu nedenle Koç'un anti-tezi Boğa'dır. Onun idealizmine, iyimserliğine ve hareketine karşın, gerçekçi, atalete meyilli, sabit-toprak enerjisini içeren Boğa, Koç'un başlattığı her şeyi sağlamlaştırılır. Bu sürekliliği sağlama isteğimiz ise duyular aracılığı ile yaşamdan haz ve keyif almakla motive olur ve bu sayede Boğa burcu ile yaşama bağlanırız. Boğa burcunun, sabit ve statükocu yaşam tarzı ise onun anti-tezi olan ikizlerle dönüşür. Artık öğrenmeye, düşünmeye ve hepsinden önemlisi sorgulamaya başlarız. İkizler'le yaşama tekrar hareket gelir, Boğa'nın statükocu ve konfor düşkünü atalete meyilli hayat tarzı eleştirilir ve ardından değişim için gerekli vizyon ve perspektif oluşur. İkizler hava elementinin ilk burcudur. Artık farkındalık geliştirme zamanıdır ve bunun için de akla ihtiyaç vardır. Bir yandan Boğa burcunun duyumsamaya dayalı, haz odaklı statükocu yapısının sorgulanması diğer yandan da bir sonraki burç olan Yengeç'in duygusal bütünlük arayışına objektif bir zemin hazırlanması gerekir. Burada Yengeç sıraya girer. Yengeç, İkizler'in duygularıyla temassızlığının ve rasyonel düşünme biçimine anti-tez olarak da subjektivitenin ve duyguların en yoğun temasını içerir. Yengeç aracılığıyla duygularımızı tanır, ilgi ve sevgi temelli ilişkiler içinde duygusal güvenlik arar, sevmeyi ve sevilmeyi öğreniriz. Aslan eve kapanmaya meyilli, naif, kırılgan ve duygusal güvenliğine düşkün Yengeç'in aksine dışarı çıkar ve kendini ortaya serer. Yaratmak, üretmek, egosunu cesurca sergilemek ve baş rolü kapmak ister. Ancak, ürettiklerimizin ve yaptığımız işin mükemmel olabilmesi için kişiliğin de mükemmelleşmesi gerekir. Aslana anti-tez olarak gelişen Başak burcu, Aslan'ın oluşturduğu egonun geri çekilmesi, kişinin kendisinin değil işin ve hizmetin öne alınması gerektiğini söyler. O, çevresindeki insanların yaşamlarının sürdürülebilirliği için çalışmak için vardır. Çalışır, didinir, temizler, hasta bakar, proje üretir. Başak'ın takıntılı düzen arayışı çevresini kontrol etme ve mükemmeliyetçiliğe dönüştüğünde ilişkiler bozulur. Ve bunun sonucunda Başak ahlak kumkumasına dönüşür. Başak ne kadar hayatımızı kolaylaştırırsa kolaylaştırsın, çevresine yönelik eleştirel yaklaşımı herkesi ondan uzaklaştırır. Hizmet ve iş odaklı olan Başak yanlış anlaşılmaya başlar. Eğer o, insanlara yaptığı hizmetin değerinin anlaşılmasını, doğru algılanmasını ve etkili olmasını istiyorsa kendini doğrudan eleştirmek yerine diplomatik bir stille ifade etmeyi, sade, net ve realist ifade şeklini, yaratıcı ve etkileyici bir tarza dönüştürmeyi öğrenmelidir. Çevresiyle nasıl uyum kuracağını ve ilişkileri nasıl yönetip düzenleyeceğini Başak'a öğretmek üzere Terazi yaşama katılır. Terazi, huzur dolu ve dengeli ilişkileri, sanatı ve uyumu sosyal stilimize ekler. Terazi'nin uyum ve denge arayışı için bir araç olarak kullandığı diplomatik tarzı, her şeye sanatsal bir örtü çekmesi, nezaket adına duygularından temasının kesilmesi sonucu içtenlikten uzaklaşması Akrep'in ortaya çıkmasının nedeni olur. Terazi'nin ortaya koyduğu nezaket, sosyalleşmek ve sosyal yapılar içinde yer almak adına, insanları kendine yakınlaştırmak için “Korkma, sana zarar vermem” mesajını içeren davranış boyutunda bir nezakettir. Ancak, gerçek nezaket ruhun inceliklerinde yatar. Hala yolun başındayızdır ve yola kendimizle biraz daha yüzleşmiş ve arınmış olarak devam edebilmemiz için Akrep'e ihtiyacımız vardır ama her şeyle yüzleşmemizi sağlayıp, tüm savunma mekanizmalarımızı yıkıp, bizi çırıl çıplak bırakan Akrep burcuna da iyimserlik, inanç ve yaşamı anlamlandırma arzusu gereklidir. Aksi taktirde yüzleştiği hiçbir şeyle baş edemez ve kendini yok eder. Akrep’in imdadına Yay yetişir ve yaşam anlayışımızı değiştirecek, vizyonumuzu geliştirecek deneyim, gözlem ve arayışlara doğru bizi sürüklemeye başlar. Yay burcuyla, varoluşun bir anlamı olduğuna inanır ve onun izlerini süreriz ama bu kez de bizi başka handikaplar beklemektedir. Yay, iyimserliği, deneyim merakı ve sürekli anlam arayışı ile ayaklarımızı yerden kesmiş, bizi dağınık ve risk üstlenen bir hayata doğru itelemeye çalışmıştır. Dolayısıyla inanmakla da iş bitmez. İnanç insanı yaşamın gerçekliğinden ve bu dünyadaki varoluşun amacından hızla koparabilir. Önemli bir sorunumuz vardır, oda artık insanın değil insan neslinin devamını sağlamak, insanoğlunun bu gezegendeki bekasının sürdürülebilirliğinin sağlanması ve geleceğin korunma altına alınması gerekir. Böylece Zodyak kuşağının en zor görevini üstlenen Oğlak iş başına gelir. Yay’ın iyimserliğini sorgular, risklerimizi önümüze serer ve gerçeği gösterir, sorumluluklarımızı bize hatırlatır. Önemli olan tek tek varlıklarımız değil insanoğlunun geleceğidir. Yaşamı güvence altına alacak, kurumları yapıları ve statüleri oluşturur. Bu hedefe ulaşmak, öz disiplinini hiç kaybetmeden çok çalışmayı, acı çekmeyi, kendi istek ve ihtiyaçlarını sürekli geri çekmeyi gerektiren bir yaklaşımı içerir. Böyle olunca da Oğlak insanı duygularını bastırır ve kendi özgürlüğünden ve bireyliğinden vaz geçer, sosyal varoluşunu kendi bireyliğinden ayırt edemez hale gelir. O artık özgür değildir ve sosyal statülerin bir kurbanıdır. İşte Kova burcu, Oğlak’ın bu geleneksel yapısının ve düzen, statü ve maddi değerlere yönelik köleliğinin panzehiri olarak ortaya çıkmıştır. Amaç, insanoğlunun varlığını korumak adına feda edilen bireyliği, bir öncekinden daha anlamlı ve güçlü bir düzlemde yeniden keşfetmek ve koruma altına almaktır. Bunun için özgürlüğe ihtiyacımız vardır. Kova, tüm statülerden, dinin dogmalarından, bilimin paradigmalarından ve hatta aklın sınırlarından özgürleşmeyi amaçlar. Bu özgür, sınırlandırılamayan, güçlü hava enerjisi evrenin tüm bilgisini içine çeker. Ancak hala bu bilgiler kurgusal ve rasyoneldir ve hala hava elementi olan Kova’nın evrenin akışı ile bağı kesiktir. Artık duygular aracılığı ile alt dünyamızla yeni bir bilinç düzeyinden tekrar temasa geçip ruhun evrenselliğini yakalama ve yukarı ile aşağıyı kaynaştırıp birleştirme zamanı gelmiştir. Balık, sessizce, belli belirsiz bir tonda görüntüye girer ve Kova’nın bu devasa aklını ve bilgisini ruhuyla tanıştırır. İşte varoluş amacını gerçekleştirmiş, sağlıklı bir ego geliştirip onu bir inançla taçlandırmış (Yay), insanoğlunun bu gezegendeki yaşamının bekası için çalışmış (Oğlak), sosyal baskılardan özgürleşmiş ve evrensel bilgiyle tanışmış (Kova) egomuza artık ihtiyacımızın kalmadığını, yaşamın her unsuruna şefkat ve merhametle cevap verebilme yeteneğimize ruhumuzun zaten sahip olduğunu bize Balık söyler ve kalbimize varoluş sevgisini yerleştirip, bizi akışa bırakır. Koç la başlayan ve kendimizi ifade edebilmemiz için dürtüsel ve sezgisel yolla oluşturmaya başlayıp, sağlamlaştırıp, geliştirdiğimiz egomuz, diğer tüm burçların en yüksek ifadelerinin yakalanması ile bilinçli farkındalığa ulaşan Balık burcuyla çözülür ve evrene geri döner. Böylece astrolojik döngüye bir virgül koyulur ve tüm Zodyak döngüsü, daha üst perdeden yeni farkındalıklar ve yeni açılımlarla yeniden başlar.
Astrolojik döngü özünde egonun yolculuğudur. Ruhun tekamülü, zihnimizin bir referans olmadan düşünemeyen ve algıladıklarını yorumlayamayan düalist yapısının yerini öznesiz ve nesnesiz “olma” haline bırakmasıdır. Fenafillaha, Nirvanaya yada zen haline ulaşmaktır. Aydınlanma dediğimiz şey de budur ve kısaca psişenin düalizmden “evrenle bir olma” haline dönüşmesidir.
Nalan YILDIRIM