top of page
VENÜS-SİTE.png

Sevgi ile Parayı Aynı Potada Eriten Gezegen:Venüs

 

“Yaşam yolunun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti,”

(Dante, İlahi Komedya)

 

Venüs, haz, konfor, para, maddi değerler, tüketim, almak, vermek, huzur, güven, sevgi, tensellik, güzellik, estetik, görünüş, bağlanma, ilişkiler, tatminsizlik gibi çok fazla konuyla ilişkilendirilir. Ancak Venüsyen prensibi anlamak için bunların ortak paydasını bulmamız ve sevgi ile parayı  aynı torbaya koyan evrensel prensibin ne olduğunu kavramamız gerekir. İlişkileri yöneten bu gezegenin hem sevgi ve hem de para gibi bir biriyle zıt değerleri vurgularken, mutlaka bizlere vermek istediği önemli bir mesaj olmalıdır.

Esasen yaşamın bize haz konfor, keyif ve zevk sunan her değerine Venüs aracılığı ile dokunuruz. Venüs özünde istemek demektir. Parayı, sevgiyi, rahatlığı, güven içinde olabilmeyi, kendimizi değerli hissedeceğimiz ilişkileri, estetik ve güzel olan her şeyi istemekle ilişkilendirilir. Hepimiz, yaşamın tadını çıkarmayı, bu dünyada varolmanın getirdiği güzellikleri hayatımıza katabilmeyi ve endişeden uzak, huzur dolu bağlılıklardan oluşan ilişkiler içerisinde yaşayabilmeyi amaçlarız.  Ve çoğu zaman kendimizi tutamaz ve bu değerleri yaşamayı, sahip olmakla eşdeğer hale getiririz.  Venüs’yen problemlerimiz de işte tam olarak bu noktada başlar. Dünyanın sunduğu her şeye sahip olabilmek. Güzellik, para, mal, mülk, statü, bizi seven bir eş, sahip olduklarımızı ortaya serebileceğimiz canlı ve hareketli bir sosyal çevre. Üstelik bunların ne kadarına sahipsek kendimizi o kadar da değerli hissederiz. Dolayısıyla Venüs her şeyden önce bizim kendimize atfettiğimiz değeri ifade eder. Ancak iş burada bitmez. Materyalist yaşamının bu bileşenleri aynı zaman da tatminsizliğimizin de en temel aracıdır.  Çünkü Dünyanın bize sunabildiği maddi kaynaklar sonlu ve sınırlıdır. Sınırlı olan yalnızca madde değildir,  bizim bu kaynakları elde edebilme kapasitemiz de sınırlıdır. Üstelik, bir birimizi koşulsuz kabul edebilmekten temellenmeyen her ilişki ve kalpten gelen şefkatle beslenmeyen her sevgi de sonlu ve sınırlıdır. Ve bir gün mutlaka biter. Ama, tüm kısıtlılıkların yanı sıra,  bizim onlara sahip olma isteğimiz sonsuz ve sınırsızdır. Bu çelişki ise neye sahip olursak olalım bizi kaçınılmaz olarak tatminsizliğe ve hiçbir şeyden tam olarak memnun olamamaya götürür. Çünkü mutlaka bizden daha çoğuna sahip birileri vardır. Bu haliyle Venüs tabii ki aç gözlülükle ve tüketimle de ilgilidir.  Sahip oldukça daha çoğunu isteyebilmek, bu Venüsyen aldanışlarımızın bir yüzüdür. Daha zorlayıcı olan diğer yüzü ise hiçbir şey isteyememek olarak dışa yansır. Kişi kendini o kadar değersiz hisseder ki, bir sevgiliye, eşe, konfora, güvenliğini oluşturacak maddi değerlere  ve huzura layık olmadığına kalpten inanır.

Genel olarak pek çoğumuz Venüs’ün bize vermek istediği mesajı ıskalarız.  İsteyip de sahip olamadığımız her şey için, kader de dahil olmak üzere, pek çok suçlu buluruz. Ve bir türlü kendi içimize bakma cesaretini gösteremez, yaşadıklarımızın sorumluluğunu kendi üzerimize alamayız. Esasen konu son derece basittir. Yaşamın bizi besleyip beslemediğine ve destekleyip desteklemediğine yönelik inancımız, ihtiyaçlarımızı gidermek için “nasıl istediğimizi?” ve “kendimizi almaya layık görüp, görmediğimizi” belirler. Bu inancın temeli ise “özdeğerimiz nasıldır?” sorusunun cevabında saklıdır. Tabi ki bu sorunun muhatabı  tek başına Venüs değildir.  Çünkü özdeğerimizin temelleri, geçmiş yaşantılardan ya da doğumla gelen izlerden (:Şiron ve diğer gezegenlerin doğum haritalarımızda yerleştiği ve karmik tohumlarının saklandığı astrolojik evlerden),  çocukluk yaşantılarından (:Ay’ın bulunduğu burçtan, evden ve aldığı açılardan) ve Venüs’ün üst oktavı olan Neptün’ün yerleşimi ile biçimlenir.  Venüs bizim geçmiş yaşamlardan yanımızda getirdiğimiz ve çocukluk yaşantılarıyla genişlettiğimiz özdeğer kümemizi dışa yansıtan sözcümüz gibidir. Biz farkında olsak da olmasak da, o, bu kümede yer alan her şeyi, davranışlarımızla, isteyebilme ve verebilme yeteneklerimizle, dışa yansıtır. Dolayısıyla, Venüs kendimize atfettiğimiz değeri ilişkilere yansıtan enerji kanalıdır. 

Venüs’ün Boğa süreci ile bağlantısı tam olarak, diğer gezegenlerce oluşturulan ve/veya geçmiş yaşam kalıntıları olarak yanımızda getirdiğimiz özdeğerin, yaşam içerisinde kendimizle ve başkaları ile kurduğumuz ilişkiler aracılığı ile sınanması, dönüşmesi yada daha da katılaşması ile ilgilidir. Kendimizi değerli buluyor isek, kendimizi almaya layık görürüz ve yaşamın bize sunduğu her çeşit desteği kalpten kabullenebiliriz. Tüm güzellikleri, sevgiyi, parayı ve güven duygusunu koşulsuz kabul eder ve önümüze çıkan fırsatları görür ve değerlendiririz. Doğal olarak bu kabul yanında huzurlu bir yaşamı getirir ve sıra ilişkilere yani Terazi sürecine geldiğinde ise, başkalarını gönülden desteklemeyi, kaynaklarımızı onlarla paylaşmayı ve onları da en az kendimiz kadar değerli görmeyi başarırız. Onların da almaya ve desteklenmeye layık olduklarına içten bir şekilde inanır ve “kalpten vermeyi” biliriz.

Gerçekten almayı öğrenemeden, vermeyi öğrenmek asla mümkün olamaz. Bu durum da çoğu zaman, karmaşık, anlaşılmaz, tutarsız veya tatminsiz ilişkiler olarak yaşamda cevap bulur. Karşımızdaki için fedakarlık yaparız, kul köle oluruz, kendi isteklerimizi ve ihtiyaçlarımızı onunkilere kurban ederiz ama yine de bir türlü değerimiz bilinmez. Anlatırız olmaz, saçımızı başımızı yolarız olmaz, kendimizi biraz güçlü hissettiğimizde onu paralarız yine olmaz. Kendi değersizliğimizin öfkesini karşımızdakine yansıtır, onu ince ya da kalın tondan hiç fark etmez, incitir, ezer ve  aşağılarız. Ya da, onun ne kadar değersiz biri olduğunu ona göstermek adına her çeşit zulmü yapar ve böylece kendi içimizdeki değersizliği ona yansıtarak kendimize ispat eder dururuz. Terk ederiz olmaz. Terk ediliriz hiç olmaz. Sevgi ararken elimizde kendi değersizliğimizi yansıttığımız ilişkiler kalır. Bu ilişkilerde kimin kurban, kimin zalim olduğu ise özünde hiç fark etmez. Kurban rolüne bürünmek çoğu kez daha ahlaklı gibi görünürse de, kurban olan kendine yapılan zulme razı olarak en büyük kötülüğü kendine yapan zalimdir. Bu roller öylesine ince bir çizgi ile birbirinden ayrılır ki, zalim birden kurban, kurban aniden zalim olabilir. Dahası ilişkilerin yansıtma-ayna diye yaygın olarak tanımlanan dinamiğinden yansıtmayı çok rahatlıkla bilinçsiz bir şekilde kullanırız. Çünkü, karşımızdakinin elindeki ayna ile bize göstermeye çalıştığı yüzümüzü görmek farkındalık ister. Farkındalık da içsel cesaret ve kendimizle yüzleşmeye gönüllü olmaktan beslenir.  Farkındalık, sevabıyla, günahıyla seçimlerimizin sonuçlarının ve kendi yaşam yolumuzun sorumluluğunu üstlenmek ve başkalarına yıkılmamak demektir. İlişkilerin kurbanı ya da işkencecisi olmaktan kurtulmak, gerçek anlamda, kendi yaşam sorumluluğumuzu kendi ellerimize almak, ayaklarımızı yere sağlamca basmak ve seçimlerimizi yanlızca güvenlik kaygısından değil de,  ruhumuzu besleyecek sevgiye bizi ulaştıracak yönde kullanmakla mümkündür. Venüs işte bu nedenle parayı yani maddi güvenliği, sevgiyi yani duygusal güvenliği aynı potaya koyar. Bu ikisini makul bir oranda birleştirebilmek tam olarak bir yaşam virtüözü olmak demektir. Venüs’ün aynı zamanda sanatla ve yaratıcılıkla, nezaket ve incelikle ilgisi de buradan doğar.  Bu denge nazik, kırılgan ve sihirli bir denge gibi görünse de,  anahtarı son derece açık bir şekilde ve göz önünde durur.  Kendimizi gerçekten almaya layık göremediğimiz için esas doğamızın ve ruhumuzun ihtiyaçlarına cevap verecek kişileri yok saydığımızı bir türlü idrak edemeyiz ve yaşamın fırsatlarla dolu olduğunu göremeyiz. Dünyada hepimize yetecek kadar kaynak bulunduğuna bir türlü inanamaz ve burnumuzun dibindeki seçenekleri elimizle iteleriz. 

Neden çoğumuz, nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde, bu döngü içerisinde kendimizi buluveririz. Üstelik hepimiz, "ilişkileri ruhumuzu besleyecek sevgi ihtiyacını gidereceğimiz bir alan" olarak tanımlarız ve her seferinde bu amaçtan yola çıktığımıza inanırız. Oysa ki gerçek bu değildir. Çoğumuz yalnızlık korkusundan, yaşamda dayanaksız ve desteksiz kalma paniğinden, güvenlik endişesi veya mahalle baskısıyla ilişkilere girer ve tüm sorunlara rağmen aynı endişe ile de ilişkileri sürdürürüz. Çünkü hayata güvenmeyiz, çünkü yaşamın bize fırsatlar sunacağına, daha tatminkar yollar açacağına bir türlü inanamayız. Çünkü kendimizi bu desteğe ve fırsatlara layık göremeyiz. Evren de, sahip olduklarımıza bağlanmak yerine, kendimizi değerli ve almaya layık görmekten beslenmesi gereken bu güven duygusunu içimizde oluşturana kadar bizi ilişkilerle sınar durur.

İlişkiler en değerli karmik sınavlarımızdır. İlişkiler hepimiz için, geçmiş yaşamlardan bir şekilde yanımızda getirdiğimiz aç gözlülükten kibre, yoksunluk korkusundan değersizlik duygusuna kadar her çeşit yüzümüzü, doğrudan ya da dolaylı yollarla karşımızdakilere yansıtma alanlarıdır.  Ve aynı şekilde karşımızdakinin  bize bu duygularımızı  bir ayna olarak geri yansıtmasını da içerir. Esasen ilişkiler, en değerli öğrenme,  gelişme ve dönüşme potansiyelini içinde barındırır.  Kendimizi ne kadar değerli, işe yarar, saygı değer ve anlamlı bulursak bulalım, eğer bu değerleri ilişkiler aracılığı ile sınamak ve onaylatmak istiyorsak, hala öğrenecek çok şey var demektir ve asla özgür değilizdir. Sürekli olarak,  bu değerleri bize olumlayacak birilerini arar dururuz. İlişkiler bizim için bir olumlama aracı değil de ruhumuzu besleyecek sevgi ihtiyacını aradığımız bir alansa, ne alma, ne verme ve ne de değersizlik gibi bir sorunumuz yok demektir. Yalnızlıktan korkmaz, evrenin bizi desteklediğine, Tanrı’nın bizi sevdiğine ve sevilmeye layık olduğumuza kalpten inanırız. Yalnızca özdeğerimiz gelişmişse kendimizi sevgiyi almaya ve sevgi dolu ilişkilerle desteklenmeye layık görür ve ancak o zaman karşı tarafa da gönülden verebiliriz. Aksi taktirde özdeğerimizi, cebimizdeki paraya, gençlik ve güzelliğe, sahip olduğumuz statülere ve onay gören sosyal davranış biçimlerine indirgeriz ve her geçen gün bunlara daha da sıkı bağlanıp, sahip olduklarımızı arttırmak için aç gözlülükle her şeyi bir arada isteriz. Huzur ve güvenlik için ihtiyacımız olan “maddi bağlar” huzursuzluğumuzun en büyük aracı haline gelir. Yaşamımızı ve ilişkilerimizi bir yamyam gibi tüketiriz.

Sonuç olarak, Venüs’ün istediği sadelik ve  tok gözlülükten gelen bir güzellikle, şefkat dolu incelikli ve kadirşinas ilişkiler  kurma becerisini geliştirmemizdir. Her şeyden önce bu ilişkilere kendimizi layık görmemiz ve ruhumuzu beslemeyen hiçbir ilişkiye ve sevgisizliğe kendimizi mahkum etmememizi ister. Venüs almayı bilenlerin ancak kalpten verebileceğini anlamamızı, paranın ve maddi değerlerin yalnızca yaşamın sürdürülebilirliği için gerekli olduğunu, yaşamın tadını ve dünyanın zevkini sahip olmadan da çıkarabileceğimizi söyler.  Bizi sevgi ve sanat dışında başka hiçbir şeyin derinden tatmin edemeyeceğini anlatır. Bu tatmini yaşamadığımız her ilişkinin karmik bir senaryo olduğunu, maddi dünya ile ruhumuzu uyumlamayı öğrenene kadar da bu senaryolardan kurtulamayacağımızı gösterir. Karmamızdan özgürleşmenin birinci şartının öz değerimize aradığımız onay arayışından özgürleşmek olduğunu kafamıza vura vura anlatır. 

Venüs yalnızca kendimizi değil hayatın bize sunduğu tüm güzellikleri kutsamamızı ister. Güzelliğin uyum demek olduğunu, Güzelliğin, görenin, duyanın ve dokunanın ruhunu hafifletecek bir dengeyi içinde barındırdığını, ruhumuzu doğayla, sanatla, müzikle hafifletmemiz gerektiğini söyler. Kendimizi sevmediğimiz sürece yaşamı sevemeyeceğimizi, yaşamı sevmediğimiz sürece de sağlıklı ve dengeli ilişkiler kuramayacağımız anlatır durur. Tabi ki kendiyle yüzleşmeye gönüllü olanlara.

Nalan YILDIRIM

bottom of page