Yer ve Gök Arasındaki Yaşantımızın En Temel Düalitesi: Eril ve Dişil Enerji
Updated: Aug 25

Evrenin sayıların ritmiyle düzenlendiği temeline dayanan Pisagor öğretisinde, iki yani "düad" bölünmüşlük demektir. Düad, hem birbirini tamamlayan hem de birbirine karşı duran iki kutupluluğun sembolüdür. İki sayısına sadece Pisagor felsefesinde değil, pek çok felsefi görüşte, dinlerde ve inançlarda da yaratılışla ilgili benzer bir anlam yüklenir. Mutlak yaratıcıdan, ilahi varlıktan, yani bir'den ayrılma ile düalizm başlamıştır ve düalizm tam olarak yer ile gök arasındaki dünyevi yaşamı anlatır. Ezoterik öğretilerde, iki sayısının sembolü "+" işaretidir. Bu işaret var olan her şeyin iki yönünü gösterir. Yukarıdan aşağıya doğru inen dikey çizgi aktif eril enerjiyi, yatay çizgi ise pasif dişil enerjiyi temsil eder.

“Her şey karşıtı ile vardır” düşüncesi düalizmin can damarıdır. Düalizm içinde bir yandan karşıtlık ve rekabeti, diğer yandan da birbirleri ile birleşme arzusu içindeki karşıt kutupların çekim gücünü barındırır. Bu çekim gücünün bir sonucu olan yeniden bir olma isteği ise tüm karşıtlıkların nihai amacıdır. Karşıtlığın en temel dinamikleri olan rekabet, çatışma ve kutupsal çekim sonucunda doğal olarak gelişim ve değişim doğar. Mesela, ezoterik öğretilerde "monad" yani bir, mutlak bilgeliğin sembolü iken "düad" yani iki, cehaletin sembolüdür. Ancak, cehaletin karşı kutbu da bilgeliktir. Buradaki cehaletle dünyevi yaşam, bilgelikle ise ruhsal yaşam anlatılır. Biz insanoğlunun huzurlu ve mutlu olabilmesi için yaşantılarımızın bu iki düzlemini dengelememiz gerekir. Ne dünyevi yaşantımızı yok sayarak varlığımızı sürdürebiliriz, ne de ruhsal ihtiyaçlarımızı. Temel çatışmamız ve çelişkimiz budur. Ezoterik öğretilerde, işte bu iki karşıt kutbun çatışmasından tekrar bir, yani mutlak bilgelik doğar. Karşıt kutuplar olarak tanımlanan düad, aynı zamanda kendinden önceki bir'i, yani mutlak bilgeliği de doğurma kapasitesini içinde barındırır. Çünkü bilgeliğin söz konusu olmadığı yerde cehalet bir anlam ifade edemez. Bilgelik özünde cehaletin geliştirilmiş ve dönüştürülürmüş hâlidir.
En temel karşıtlık olan yer ve gök arasındaki dünyevi yaşam içinde hiçbir şeyi başka bir şeyle ilişkilendirmeden tanımlayıp kavrayamayız. Her tanım, her görüş, her düşünce ve her kavram için mutlaka bir referansa ihtiyaç duyarız; böylece gündelik yaşamımızı kurar ve devam ettirebiliriz. "Küçük" diyebilmek için "büyük", "iyi" diyebilmek için "kötü" bize referans olur. Bu durum aynı zamanda ayırt edebilme yeteneğimizin, yani “farkındalığımızın” kaynağıdır. Kısacası, tüm karşıtlıklar içinde aynı zamanda birbirlerine yönelik farkındalığı da barındırır. Düalizmin kutuplarını dönüştürebilme potansiyeli ne kadar kutupların çekim gücünden besleniyorsa, bir o kadar da farkındalığımızdan beslenir. Bu farkındalık gerilimin ve çatışmanın ortaya çıkardığı bir dinamiktir ve karşıt kutupların bir olma amacına doğru giden yolda çok da değerli bir anahtardır.

Düalite, Doğu öğretilerinde ise "ying" ve "yang" olarak adlandırılan ve karşıt kutbun bir parçasını da kendi içinde barındıran ünlü ying-yang sembolü ile ifade edilir. Bu sembol Jung psikolojisinde kozmik bilinç dışının en temel arketiplerine karşı gelir. Jung’un "anima-animus" diye adlandırdığı bu arketiplerden "anima", kadının içindeki eril arketipi ve "animus" erkeğin içindeki dişil arketipi anlatır. Bu bakış açısı ying-yang sembolünün farklı bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Biz insanoğlunun yeryüzü ve gökyüzü arasında başlayıp bugünkü hâline evrilen tarihsel gelişiminin dinamiğini belirleyen en temel düalite tabii ki eril ve dişil enerjilerdir.

Eril özellik dışa dönük, aktif, verici ve dışa yansıyan enerjiyi temsil eder. Doğrusaldır, mantıksal, analitik, hedef odaklı ve konsantredir. Dürtüseldir ve fiziksel gücü yüksektir. Sol beyinle ilgilidir. Spermle, tohumla, ateşle, havayla ve aydınlıkla özdeşleştirilir.
Dişil özellik içe dönük, pasif, alıcı, absorbe eden (soğuran) enerjiyi temsil eder. Değiştirici, bağlayıcı ve dönüştürücüdür. Dişil enerji naif ve kırılgan gibi görünse de direkt fark edilemeyen yüksek ve derin içsel gücü içerir. Paradoksal, dağınık, sezgisel ve empatiktir. Sağ beyinle ilgilidir. Rahimle, toprakla, suyla ve karanlıkla özdeşleştirilir.
Bu iki enerjinin içinde var olan, tüm yaşantımızı kapsayan ve birbirini tamamlayan bu kusursuz karşıtlık, dünyevi yaşamımızın kaynağını oluşturur. Eril ve dişil enerjilerin işleyiş biçimine en iyi örnek, tohum/toprak ya da yumurta/sperm ilişkisidir. Tohum ya da sperm erildir, toprak ve yumurta dişildir. Eril enerji aktiftir, eyleme geçer, yapar ve eylemleri sonucunda oluşan etki karşıya yansır. Dişil enerji pasiftir, her şeyi izler, etkiyi alır, başlatılan olguları devam ettirir. Eril enerji ataktır, dişil enerji dayanıklı, eril enerji hızlı ve çabuk harekete geçer. Dişil enerji fırsat kollar.
Kadın ve erkek cinsiyetlerinde en canlı hâliyle vücut bulan bu iki karşıt enerji bize içinde beslediği farkındalığın en iyi örneğini de verir. Hepimiz benlik algımızın gelişmesinin ardından kendimizin ve cinsiyetimizin farkındayızdır. Bir yandan karşı cinsimizle çatışır, bir yandan da ona doğru çekilir ve onunla bütünleşmek isteriz. Çatışma doğal olarak kadın/erkek düalitesine dikkatimizi çeker. Çatışma ne kadar büyük ise yaşantımızda işgal ettiği yer de o kadar büyük olur ve çatışmanın kaynağını oluşturan düalite çoğu zaman en temel gündemimiz hâline gelir. Doğal olarak da kendimiz ve/veya karşımızdaki üzerinde düşünmemizin ve farkındalık geliştirmemizin aracı olur. Sanki, elmanın yarısının biz diğer yarısının da karşı cinsimiz olduğu hissi içimizde bir yerlerde, varoluşumuzun derinliklerinde mevcut gibidir. Bu his bizi karşı cinse doğru çeker. Karşıt kutbuyla birleşme arzusu, aynı zamanda yer ve gök arasında yaşayan biz insanoğlunun soyunun sürdürülebilirliği için kaçınılmaz bir durumdur. Böyle olunca da düalizimin, kendi içinde kendini yaratma ve sürdürme potansiyelini de barındırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Eril ve dişil enerji astroloji öğretisinin temelini oluşturan ve ateş, toprak, hava ve su olarak adlandırılan dört elementi de şekillendirir. Ateş ve hava eril elementlerdir ve içlerinde, eril enerjinin potansiyelini taşırlar. Toprak ve su ise dişil elementlerdir ve içlerinde dişil enerjinin potansiyelini taşırlar. Yaşam eril olan ateş elementi aracılığı ile, yani yaradılışın dışavurumu ile başlar; dişi toprak elementinin yaratılanları besleyip büyütmesi ile devam eder. Eril hava elementi, ateşin doğurup toprağın besleyip büyüttüğü fizik varlığın farkındalığının dışa vurumunu, dişil su enerjisi ise bu farkındalığın beslenip büyütülmesini ve varoluşun daha yüksek düzeylerine sıçramak üzere dönüşümünü sağlar.
Sonuç olarak, evrenin muhteşem dengesi, varoluşumuzun düalist yapısının içinde bulunan şu değerlerde gizlidir: Ayrılma, çatışma, farkındalık, çekim, birleşme ve tekrar ayrılma. Ezoterik öğretilerin “Dünyevi yaşam düaliteyle başlar” söylemiyle ortaya koyulan bu derin varoluşsal anlam, son yüzyılın ikinci yarısında Batı biliminin de gündemine oturmaya başlamıştır. Düalist bakış açısının biz insanoğlunu mutluluğa ve huzura ulaştıracak anlam arayışında çok önemli bir rehber olacağı açıktır.