top of page

Merkür ve Farkındalık

Updated: Sep 9


Merkür glifi

Kendiniz hakkınızda bilgi edinmek ve kendiniz hakkınızda bir şeyler öğrenmek farklı şeylerdir; çünkü hakkınızda topladığınız bilgi daima geçmişe aittir; geçmişin yükünü taşıyan bir zihin de hüzünlü bir zihindir. Bir şeyi anlamak için onunla yaşamanız, onu gözlemlemeniz, bütün içeriğini, doğasını, yapısını, hareketlerini bilmeniz şarttır. Kendinizle yaşamayı denerseniz, 'kendiniz'in durağan bir hâl olmadığını, taze, canlı bir varlık olduğunu anlamaya başlarsınız. Canlı bir varlıkla birlikte yaşamak için zihninizin de canlı olması gerekir." Krişnamurti Zodyak, yani Burçlar Kuşağı Koç ile başlar. Koç burcu bize yaşamın dışavurumunu, ilk başlangıçları ve doğumu anlatır. Ateş elementinin Koç ile başlayan dünyevi döngüsü eril yapısından dolayı gelişme ve büyüme odaklıdır. Ardından dişil toprak burcu olan Boğa güvenlik ve korunmayı odak noktası olarak alıp varoluşun dışa yansıyan enerjisini içe çeker, besler ve korur. Zodyak’ın birinci ve ikinci burcu olan Koç ile Boğa arasındaki bu ilişkinin bir benzeri, üçüncü ve dördüncü burç olan İkizler ve Yengeç arasında da vardır. İkizler farkındalığın dışa yansıyan, gelişip büyümek ve “var olmak” isteyen hâliyken, Yengeç farkındalığın içe yansıyan, korunup, derinleştirilen ve beslenip dönüştürülebilen hâlini temsil eder. Farkındalığa bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşmak istediğimizde zihinsel tavrımızı, rasyonel aklımızı, nesnel ve tarafsız bakış açımızı temsil eden İkizler'le birlikte, duygulara yaklaşımımızı, duygusal zekâmızı, kendimize özel ve taraflı bakış açımızı temsil eden Yengeç burcundan da söz etmek zorundayız. Esasen kadim astroloji bu iki burcu art arda yerleştirirken şunu söylemek istiyor olsa gerek: “Zihinsel farkındalık ve nesnel bakış açısına sahip olmadan içsel farkındalığımızın en derin hâline ulaşamayız.” Spiritüel dünyada koşulsuz sevgi farkındalıkla ilişkilendirilir ve genel olarak da farkındalık dendiğinde, evrenin veya Tanrı'nın düzenini idrak edebilme yetisinden söz edilir. Ancak bizi bu noktaya götüren nesnel farkındalığımız ya yok sayılır ya da küçümsenir. Koşulsuz sevgi tabii ki kalpten gelir, ancak sevgiyi de içine alan duygular yapıları itibariyle kişilerin yaşam deneyimlerinden edindikleri sübjektif yargıları da içinde barındırır. Çünkü su elementi kolektif bilinçdışından aldıklarımız da dâhil olmak üzere geçmiş yaşantılarımızın içe yansıyan izlerini temsil eder ve bu izler çoğu zaman tamamen bize özel önyargılarımızın ve sübjektivitemizin süzgecinden geçerek duygularımızı oluştururlar. Su elementi duygusal zekâ aracılığı ile farkındalığın önemli bir kaynağı olduğu kadar, yanılsamaların, aldanışların, illüzyonların ve kendimizi koruma adına geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarının da kaynağını oluşturur. Ve üstelik, bütün öznelliği ve sübjektivitesine rağmen, su elementi aynı zamanda dönüşümün ve değişimin de kaynağıdır. Dolayısıyla bu dünyadaki ruhsal tekâmülün esas zemini budur: Geçmiş yaşantılardan gelen izleri dönüştürmek ve koşulsuz sevgiye ulaşmak. Yani farkındalığın içkin hâlini yaratmak. ​ O zaman farkındalık nedir? Farkındalık bir şeyi fark etme, yani bilme hâlidir. İnsan zihninin düalist yapısının bir ürünü olarak da görülebilir. İnsanoğlunun bir şeyi bir diğerinden ayırt edebilme, tanımlayabilme ve kıyaslayabilme yetisinin özüdür (ki bu yeti de hiçbir şeyi bir başka şeyden referans almadan tanımlayamayan ve bilgi üretemeyen zihinimizin düşünme ve algılama biçiminin özünü oluşturur). “Cogito, ergo sum", yani "Düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesi düşünce yoluyla kendimi fark ediyorum ve kendimi biliyorum anlamına gelir.


Farkındalık aracılığı ile edindiğimiz bilgiler, yalnızca kendimizi değil, dünyayı anlamamızı, yorumlamamızı, öğrenmemizi, yaşam vizyonumuzu oluşturmamızı, geleceğe yönelik planlar yapmamızı ve umut beslememizi sağlar. Fark etme yeteneğimiz aynı zamanda “benlik” algımızın da temelini oluşturur. Yani farkındalık aracılığı ile kendimizi tanımlar, diğer kişilerden ayrı ve farklı olduğumuzu algılarız. Ayrı olma hâli ise bütünden kopuk ve dışarıda olma duygusunu da beraberinde getirir. Benlik algımızı oluşturan farkındalığımız, aynı zamanda ayrılık, aidiyetsizlik ve yalnızlık duygusunun ve hatta korkusunun da kaynağını oluşturur. İnsanın spirütüel gelişiminin en temel parodoksu budur. Astrolojinin tüm çatışan değerlerinde olduğu gibi burada da sorun ve çözüm aynı torbanın içindedir. Yani aidiyetsizlik duygumuzun ve kendimizi "bir" olandan ayrı hissetmemizin ana nedeni olan farkındalığımız sayesinde hem kendimize objektif bir pencereden bakmaya başlar, kendimizi anlar, öğrenir, geliştirir, hem de ayrı olma hâlimizin yarattığı korkuyla güdülenerek tekrar “bir” olma hâlini ararız. Kişisel farkındalık duygularımızın, düşüncelerimizin ve eylemlerimizin tarafsız bir şekilde ayırdında olmamız demektir. Kendimizle ilgili doğru bilgiye ulaşmak, yeteneklerimizin, yeteneksizliklerimizin ve kaynaklarımızın sınırlarını bilmek demektir. Eğer bu sınırları doğru bilirsek gerçek olmayan beklentilerden kaynaklanan hayal kırıklıkları ile karşılaşmaz ve suçluluk duygusundan muzdarip olmayız. Kişisel farkındalık aynı zamanda çevremize, ilişkilerimize ve olaylara da dışarıdan, tarafsız ve tüm olasılıkları görebilen bir akıl aracılığı ile bakmak demektir. Çevremizi doğru gözlemleyip tarafsız algılamak çok önemlidir. Ne kadar tarafsız bakabilme yeteneğimiz varsa, o oranda daha az önyargı oluştururuz. Farkındalık nesnel öğrenme, anlama, yani bilme hâliyle başlayıp, sübjektif hâllerimize ve duygularımıza kendimizin dışına çıkıp yine kendimizi tarafsız bir bakış açısıyla gözlemleyebilme yeneteğine kadar ilerleyebilir. Farkındalık “bilme” ile başlasa bile kendine kendinden özgür olarak bakabilen “şahit” ile derinleşebilir. Bilgi tam olarak nedir? Genel olarak geçmiş deneyimlerin izlerinin, önyargı adını verdiğimiz, kendi sübjektif filtrelerimizden geçen kalıntılarına bilgi deriz. Ne kadar rasyonel olursak olalım bu izlenimler bize özeldir. Yani bu izlenimlerin nasıl algılandığı, kendi yarattığımız filtrelerin şeffaflığına bağlıdır. Filtrelerimizin ne kadar şeffaf olduğunu anlamamız ise çok zordur. Çünkü her şeye zaten filtrelerimizin oluşturduğu gözlükten bakar, başka türlü bir bakışın farkında bile olmayız. Sübjektif ve objektif düşünce bu noktada ayrışmaya başlar.

Merkür

Nesnel bakış açımızı, öğrenme ve anlama biçimimizi ve bilgiye nasıl ulaştığımızı temsil eden Merkür aynı zamanda duygusal ve ruhsal dönüşümümüze temel bir vizyon oluşturacak farkındalığa bakış açımızı, yani nasıl bir şahit veya gözlemci olduğumuzu da belirler. Bu nedenle Merkür, ezoterik astrolojide Tanrı’nın şahidi olarak bilinir. Şimdi, Merküryen prensip nedir, ona bakalım. Astrolojide Merkür, mevcut olanın doğruluğundan ve tarafsızlığından şüphe ederek onu değiştirmek ve daha nesnel bir zemine oturtabilmek için öğrenmek, yeni bilgilere ulaşmak, eski ve işe yaramayan bilgileri yenisiyle değiştirmek ve hepsinden önemlisi, tüm bu sürecin amacına uygun gerçekleşip gerçekleşmediğinin şahitliğini yapmakla ilgilidir. Merkür için yüzyıllardır değişmeden kullanılan anahtar kelimeler şunlardır: "nesnellik", "merak", "şüphe", "öğrenme" ve "şahitlik". Görüldüğü gibi bu anahtar kelimelerin içi dolduruldukça ortaya çıkan ana başlık "farkındalığın farkındalığı"dır.


Merkür bizden ne ister?

  • Her şeyden önce kendi değerler kümemize ve her şeyi yeni baştan tanımak, bilmek ve öğrenmek külfetinden bizi kurtaran önyargılarımıza nesnel bir bakış açısından bakıp bakmadığımızın ayırdında olmamızı ister.

  • Yaşama nesnel ve tarafsız bakabilmemizi, kendimizle ilgili tanımlarımız ve benlik algımızla yaptığımız eylemlerin ve kendimizi yaşama sunuş biçimimizin örtüşüp örtüşmediğini fark etmemizi ister.

  • Dahası kendi değerler kümemize, ahlak ve etik kurallarımıza uyup uymadığımızı kontrol etmemizi ister. Yani "Ne kadar tutarlıyız?", sorusunun cevabını bilmemizi ister. Tutarlı olup olmamak başka bir şeydir; tutarlı olduğumuzu ya da olmadığımız anlamak ve onun şahidi olmak ise başka bir şeydir. Burada Merkür'ü ilgilendiren birinci derecede şahitlik hâlidir. Merkür tutarsız olduğunu bildiğimiz hâlde, aynı edimlere devam etmekten kaynaklanan çelişki ile de ilgilenir. Merkür aracılığı ile kendimizi eleştirir ve yargılarız.

  • Merkür aynı zamanda, tutarsızlıklarımız için kendimize çok güçlü nedenler yaratma yeteneğini de bize verir. Bu bakımdan kendi tutarsızlığımızdan kaynaklı deformasyonları meşrulaştırma kapasitesini de bize sunması Merkür’ün en büyük handikapıdır.

  • İşte farkındalığın farkındalığı burada başlar. "Farkındayım ama…", diye başlayan cümlelerin “ama” dan sonraki bölümlerini gerçekten fark etmek. Ki genel olarak "ama"dan sonra gelen nedenler duygusal bir zorluktan ve önyargılardan kaynaklanır. Mesela, "Ama bunu yapmazsam işten kovulurum" benzeri bir cümle maddi ihtiyaçlarını karşılayamama korkusundan kaynaklanır.

  • Merkür anla ve gelecekle ilgilidir: Ona göre mevcut her bilgiye ve her deneyime şüphe ile bakılmalı, her bilgi ve deneyim daha tarafsız bir yapıya ulaşabilmek için dönüştürülmeli ve yeni bir vizyondan tekrar tekrar tanımlanmalıdır. Ancak bu şekilde farkındalığımız dinamik bir yapıdan beslenerek gelişip derinleşebilir.

  • Yani Merkür nasıl bir öğrenci olduğumuzu anlamamızı ister. Çünkü öğrendiklerimizin niteliği, nasıl bir öğrenci olduğumuzla doğrudan ilgilidir.

Sübjektif düşünme biçimine ne kadar yatkın olduğumuz doğum haritalarımızdan okunabilir. Genel olarak ateş ve su burçları sübjektiviteye hava ve toprak burçlarına oranla daha eğilimlidirler. Merkür’ün bulunduğu burç öznel ya da nesnel düşünme, yargılama ve öğrenme biçimimizin tonunu belirler. Ama ilk üçlü dediğimiz Güneş, Ay ve Yükselen burçlarının objektif ya da sübjektif eğilimleri de bu süreçler üzerinde etkilidir. Güneş, Ay ve yükselen burçlar toprak ve hava elementinde toplanmışsa, kişinin nesnel düşünmeye yatkınlığı yüksektir. Ancak Güneş, Ay ve Yükselen, ateş ve su elementinde yoğunlaşmışsa kişi sübjektif düşünceye eğilimlidir ve en iyi ihtimalle kafası karışık demektir.


Koşulsuz sevgiyi gündemimize almadan önce düşünmemiz, anlamamız ve öğrenmemiz gereken şey egomuzdur. Koşulsuz sevgi bir sonuçtur ve evrenin büyük planı içerisindeki kendi varoluşumuzun doğru idrakiyle ulaşabileceğimiz “bir” olma hâlinin dışa yansımasıdır. Önemli olan egonun var oluşunun temel kaynağı olan kendimizi fark etme veya kendimizin ayırdında olma yeteneğimizin yani farkındalığımızın, aynı şekilde en derinimizde yatan ayrılık duygumuzun ve aidiyetsizlik korkusunun da sebebi olduğunu ve bu egoyla ne yapacağımızı bilmektir. Günümüzde yaşanan savaşların ve şiddet dolu ilişkilerin altında yatan gerçek neden aidiyetsizlik korkusundan kurtulmak için bir şeylere sarılma, bir gruba dâhil olma, bir otoriteye boyun eğme ve ona bağlanarak kendini koruma çabasından başka bir şey değildir. Özünde içsel çaresizliğimizin dışavurumu olarak ortaya çıkan aidiyetsizlik korkusunun bir kez farkına vardığımızda önemli bir engeli aşmış oluruz ve ardından da doğru bir zemine oturması gereken ideal ve sürdürülebilir bir aidiyet anlayışının ne olacağını bilmemiz gerekir. Üstelik bilmekle iş bitmez. Bilginin deneyime ve yaşantıya dönüşerek idrak edilmesi (İkizlerin karşısındaki Yay süreci) ve farkında olduğumuz tüm bilgi ve idraklerimizin sorumluluğunu üstlenmek (Yengecin karşısındaki Oğlak süreci) gerekir. Bu da tabii ki Satürn ve Jüpiter’in işidir.

9 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page