Satürn ve Karma
Updated: Sep 9
Kozmik dramada payımıza düşen rolü oynarken kendimizi seyretmemizi sağlayacak olgun ve mesafeli bir duruş edinebiliriz. Evrenin ahenkli olduğunu, yalnızca kendi dar görüşlülüğümüzün onda bir ahenksizlik yarattığını bilmeliyiz.
Stephen Arroyo

Satürnyen prensiplerin zorluğunu, bu gezegenin yöneticisi olduğu iki burcun, Oğlak ve Kova'nın doğasından kavrayabiliriz. Kova'nın ve Oğlak'ın temelde birbirlerine aykırı gibi görünen dokuları vardır. Oğlak gerçekleştirme, düzen ve otorite demektir. Sosyal kurumları ve yapıları kurmak, devamlılığını sağlamakla ilgilidir. Kova ise mevcut düzenin insanın gelişmesine uygun olacak şekilde değiştirilmesini amaçlar. Oğlak burcunun korumayı ve güvenliği odak noktasına koyan dişil özelliği ile Kova burcunun değişmeyi ve gelişmeyi amaçlayan eril özelliği arasında temel bir çatışma vardır. Zaten astrolojide burçlar eril ve dişil diye sıralanırlar ve art arda gelen burçlardan ikincisi kendinden önceki burcun paradoksunu kırmak üzere onun antitezi olarak ortaya çıkar. Yani Zodyak’ta Oğlak'tan sonra yerleşen Kova burcunun işi Oğlak'ın korunma amacıyla yola çıkarak gerçekleştirdiği yapıların ve geleneksel değerlere aşırı bağlanmayla sonuçlanabilen statükocu değerlerinin yarattığı kısır döngüyü kırmak ve bu yapıları gelişme ve büyümeye hazır hâle getirecek enerjiyi ortaya çıkarmaktır. Her iki burcu da yöneten Satürn’ün doğası ise çatışan bu iki temel değeri makul bir dengeye ulaştırmakla ilgilidir. Satürnyen prensip işte bu nedenle çok zorludur.
Eşzamanlı olarak farklı burçları yöneten gezegenler aynı zamanda kendi konularıyla ilgili tamamlayıcı unsurlara da işaret ederler. Bu nedenle, Oğlak'ın yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayacak maddi yapıları, Kova'nın da bu maddi yapılar içinde insanlığın varoluşunun sürdürülebilirliğini sağlayacak hümanist düşünceleri korumayı içerdiğini görürüz. Özde birbirine antitezmiş gibi görülen Oğlak ve Kova'nın bu tamamlayıcı prensiplerini fark ettiğimizde şu sonuca varırız: Satürn her şeyden önce sürdürülebilirlikle ilgilidir. Hiçbir edimi kendi doğasının sürdürülebilirliğine rağmen yapamayız. Çünkü özümüzün ihtiyaçlarını gidermek zorundayızdır. Aksi takdirde Satürn varlığın devamlılığının tehdit altında olduğunu hatırlatmak için engelleri devreye sokar. Mesela toprağı korumalıyız (Satürn’ün Oğlak süreci); yoksa aç kalırız. Satürn transitler aracılığı ile toprak evlerinden her geçtiğinde ya da toprak evlerine zorlu açılar yaptığında bunu bize farklı cephelerden defalarca gösterir. İstediğimiz kadar hiyerarşik, geleneksel ve katı yapılar kuralım, bu yapılar toprağın esas doğasına aykırı olduğu sürece hiçbir işe yaramaz. Sonra da Afrika’daki açlığı orada yaşayanların kaderleri gibi görür ve onlara arkamızı döneriz. Oysa toprağın tüm insanlığın ortak malı olduğunu, Afrika’dakilerin de Avrupa’da yaşayanlar kadar, bu toprakla beslenmeye hakkı olduğunu (Satürn’ün Kova süreci) görmemiz gerekir.
Öte yandan Satürn, Dane Rudhyar’a göre bir kişinin esas doğasının, gerçek benliğinin saflığını gösterir. Bu yaklaşımdan yola çıkan Stephen Arroyo “Astroloji, Karma ve Dönüşüm” adlı kitabında Satürn’e son derece açık, sade ve net bir açıklama getirir:“Satürn’e yüklenen olumsuz anlamların nedeni pek çok insanın kendi esas doğasının sınırları yerine moda, sosyal roller, gelenekler ve ego oyunlarının koşullarına göre yaşamasıdır. Dolayısıyla Satürn içimizdeki esas doğanın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelten sert bir azarlama veya kaderin meydan okuyan tavrı olarak deneyimlenir.” Kısaca Satürn bizi esas doğamızdan uzaklaştıkça, kendimiz olmaya yöneltmek için sınırlar koyar ve bizleri sıkıştırır. Buna karşın Satürn’ü malefik yada kötücül diye damgalarız. Çünkü hepimiz bireysel yaşamımızda çoğu kez esas doğamıza rağmen, toplumca bize pompalanan değerlerin peşinde takıntılı olarak yola devam etmeye çalışır, daha fazla çabayla, hırsla ve özümüze uymayan bir zeminde ilerlemek isteriz. Daha yoğun, daha tutkulu olsa da aslında hep aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleriz. Ama istediklerimiz bir türlü gerçekleşmez. Özellikle kişisel gelişim programlarının “Bir kişi yaptıysa sen de yaparsın” sloganlarının peşinden koşar, bilinçaltımıza “Yeteri kadar istersem ben de elde edebilirim” kodlarını yerleştirmek için türlü türlü yollara başvururuz. Yine de sonuç alamayız; meşhur olmak isteriz olmaz, zengin olmak isteriz olmaz, birinci olmak isteriz olmaz. Mutlu olmak isteriz, hiç olmaz.
Bu konuyla ilgili uç bir örnek verelim: Doğum haritasında toprak elementi ve toprak evlerinde herhangi bir vurgusu olmayan biri dünyevi değerlerle işi olmayan özgür bir ruhtur. Ne var ki mahalle baskısıyla evlenir, maddi endişe ile çalışır, ego oyunlarıyla statü ve para ister. Çünkü ebeveynleri ve çevresi “Eyvah bu çocuk ne olacak?” korkusunu ona sürekli hissettirir. Sonuç tabii ki mutsuzluk ve uyumsuzluktur. Çünkü bu talepler esas doğasına aykırıdır. Peki bu kişi çalışmayacak mı? Geleceğini kurmayacak mı? Ve kendini korumayacak mı? İşte Satürn’ün oluşturduğu yaşam karması burada açığa çıkar.
Burada Satürn’ün ikinci prensibi devreye girer: “makul denge”. Satürn, açgözlülükten, hırstan, tutkudan ve korkudan temellenen hiçbir çabaya bizim istediğimiz cevabı vermez. Biz de buna “Yapıyorum ama olmuyor” veya “Bu nasıl bir kader?”, "Yine olmadı", “Kısmet değilmiş” gibi düşüncelerle tepki veririz. Çoğumuz demoralize olur, daha ileri gidenler depresyona girer. Kadere kısmete inanmıyorsak eğer umutsuzluğa sürüklenir ve isyan ederiz. Satürn ihtiyacımız kadarını ve yaşam karmamızı gerçekleştirecek fırsatları transitleri aracılığı ile her zaman hayata sunar ama biz tercihlerimizi çoğu zaman esas doğamızın ihtiyaçları yönünden değil de, ego oyunlarından yana kullanırız.
Karma, kader ve özgür irade konusunda Glenn Perry’nin söylediklerine kulak verelim. “Bir önceki karmamızın sonuçlarını ifade eden ve kader olarak doğumla gelen karakterimizi özgür seçimlerimizle dönüştüremezsek eğer, bu yaşamdaki edimlerimizin sonuçları da karmamızı oluşturup bir sonraki yaşamda kader olarak karşımıza gelecektir. Satürn’nün karma ile ilgisi tam olarak budur. Bu yaşamdaki edimlerimizi esas doğamıza uygun hâle getirmek. Esas doğamızın ihtiyacı ise bir önceki yaşamdan gelen karakterimizin dönüşmesidir. Çünkü bu karakter korkuları, travmaları ve açgözlülükleri içerebileceği gibi, değersizlik duygusunu ve özsaygımızla özgüvenimizin doğru bir zemine oturtamamış olmayı da içerir."
Biraz geri dönüp astrolojinin nasıl işlediğine bakalım.
Kişinin doğumla kader olarak getirdiği karakterini Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars ve yükselen derecesi ve bunların birbirleriyle, astrolojide açı adı verilen enerji akış kanalları aracılığıyla yaptıkları temaslar belirler.
Astrolojik olarak bu unsurlar bulundukları burçlar itibariyle, o burçların pozitif ve negatif yönlerini birlikte kişiliğe eklerler.
Bu gezegen, ışık ve astrolojik noktalar bulundukları Zodyak burcu ile anlam kazanırlar ve Zodyak burcunun pozitif ya da negatif özelliklerinden hangisine daha yakın oldukları doğdukları andaki gökyüzü haritasında (natal haritada) sadece bir eğilim olarak şifrelenir.
Yaşam yolunda zaman zaman bu kutuplardan birine daha yakın, diğerine daha uzak durabiliriz. Bu duruşumuzu yol ayrımlarındaki tercihlerimiz belirler.
Bu tercihleri bir özgür seçim olarak farkındalıkla da yapabiliriz ya da farkındalığın getireceği zorluğu bilinçaltından reddederek doğum haritamızdaki negatif eğilimleri bize dayatılmış seçimler olarak algılarız.
Her durumda bilinçli ya da bilinçsiz bir seçimde bulunmuşuzdur ve bu seçim bizi illaki bir sonuca götürür. Karma tam olarak burada doğmaya başlar.
Bu yaşamdan bir sonraki yaşama aktaracağımız karmamız bu seçimlerle oluşturduğumuz edimleri gerçekleştirdiğimiz yaşam alanlarında oluşur.
Sonuç olarak, kişilik özelliklerimizin bu kutupsal yapısından temellenen edimlerimiz “astrolojinin on iki evi” olarak kategorize edilen yaşam alanlarında gerçekleşir. Karmamızı bu alanlara ekeriz ama hasadın önemli bir kısmını bu yaşamda değil, bir sonraki yaşam içinde biçeriz. Çünkü evren hasattan geriye kalan her ne varsa, sonraki yaşam deneyimlerinde kader olarak ortaya çıkacak karakterimizi oluşturmak üzere tohum olarak toprakta bizim için saklar.
Ne kadar esas doğamızı besleyecek ve kendimizi dönüştürecek yönde ilerlersek, sonraki yaşamlara o kadar az karma yükü devrederiz. Üstelik önceki yaşamdan aldığımız karmik yükler bu yaşamda oluşturduklarımıza göre daha katı ve zorlayıcı süreçlere dönüşebilirler.
Bu karakterin öğretmenleri ise Satürn ve Jüpiter’dir. Satürn ve Jüpiter bizlerden şunları ister:
Kişilik unsurlarımızın pozitif ve negatif ifadesi ile vurgulanan yapısının her iki kutbu arasında “makul denge” diye adlandırdıkları orta noktayı yakalamamızı
Çabamızı bu makul dengeyi yakalayacak edimlere yönlendirmemizi
Kendimize hem değersizlik duygusundan hem de kibirden beslenmeyen doğru anlamları atfetmemizi
Hayattaki en temel sorumluluğumuz bunlardır. Çünkü ruhsal yaşamın sürdürülebilirliği ruhun tekâmülüne, ruhun tekâmülü ise astrolojik çemberde altı eksenle ifade edilen temel karşıtlıkların dengelenerek çemberin merkezinde buluşmasına, yani kozmik bilince ulaşmaya bağlıdır.
Satürn ve Jüpiter birlikte ruhun tekâmülünü sağlayacak dersleri bize öğretirken, transit dönemlerinde karşımıza çıkardıkları ve bilinçsizce kader ya da tesadüf olarak algıladığımız, ama özünde bizim esas doğamıza aykırı seçimlerimizin sonuçları olan meydan okumalarla bizi sınar. Steven Forrest’ın dediği gibi her ikisi de büyük öğretmenlerimizdir. Özellikle Satürn’ün sınavları yaşamın güçlü meydan okumalarında şifrelenmiştir. Satürn sınavlarını geçemediğimizde, elde ettiğimiz sonuçlar maddi kayıplardan başlar ve korkudan felç olup hareketsiz kalmaya kadar gider. Jüpiter sınavları daha kolaymış gibi gelebilir ve Jüpiter’in notları da daha yüksek gibi düşünülebilir. Çünkü Jüpiter en yaygın olarak kibirle bizi cezalandırır ve biz bunu büyük bir kayıp gibi algılamayız. Oysaki kibir tüm din ve inançlara göre en büyük günahlarındandır. Bir sonraki yaşantıda çok ağır bir değersizlik duygusu ile ortaya çıkabilir. Çünkü kibir, bilinçaltımızda var olan ancak reddettiğimiz ve yok saydığımız değersizlik duygusunun gösterişli ve güçlü bir şekilde dışavurumudur.
Kişi kendini esas doğasına rağmen gerçekleştiremez: Kişi kendisini ancak esas doğasını belirleyen burçların en yüksek ifadelerini yakalayarak gerçekleştirir. O hâlde yukarıda örnek olarak bahsedilen doğum haritasında "Hiç toprak vurgusu olmayan kişinin esas doğası nedir?" sorusunun cevabını arayalım. Enerjinin sakınımı kanununu element enerjilerine de uygulayabiliriz: Bir element az ise bir başka element/elementler çoktur. Bir element hiç yoksa bir başka element/elementler aşırıdır. Doğum haritalarında aşırı vurgulu ya da vurgusuz elementler mutlaka yaşama zorlayıcı deneyimler getirir ve kişinin bu elementlerini dengelemesi gerekir (Zodyak çemberinde her element kendisinin zıt değerlerini içeren bir diğer elementle karşı karşıya durur. Her zaman toprağın karşısında su, suyun karşında toprak bulunur. Hava ve ateş için de durum böyledir). İşte aşırı vurgu ya da vurgusuzluk, Burçlar Kuşağı'nda karşı karşıya duran bu elementlerin birbirlerinden ders alarak makul dengeye ulaşmaları içindir. Toprak elementi olmayan biri, maddi yaşantının ve dünyanın nimetlerinin ne anlama geldiğini, hiçbir şeye bağlanamamanın ve ait olamamanın ne demek olduğunu öğrenmek için doğmuştur. Bu kişinin toprak eksikliği karşısında su elementinin aşırı vurgulu olduğunu varsayalım. Bu durumda aidiyetsizlik ve bağlantısızlık yüksek su elementi tarafından korku ve endişe olarak tercüme edilecek, kişi kendini duygusal olarak güvende hissedemeyecektir. Ve bu durum kişinin duyguların içinde boğulup yüksek endişe içerisinde yaşamını sürdürmesine sebep olacaktır. Üstelik toprak eksikliğinden gelen bağlanma zorluğu, su elementinin sevgi ilişkileri aracılığı ile yaşam içinde kendine güvenli bir duvar oluşturma isteği ile temelden zıt olması bakımından çok güçlü içsel çatışmalar ortaya çıkaracaktır. Doğal olarak kişinin tüm yaşamının en büyük paradoksu da bu olacaktır.
Peki kendini topraklayamayan özgür ruh bu temel çelişkiyi aşmak için ne yapmalı? Böyle bir kişi bu sorunun cevabını sadece “makul denge” anlayışının içinde bulabilir. Çözüm hem maddi hem de duygusal güvenlik ihtiyaçlarının makul ölçülerde karşılanması olacaktır. Esas doğasının ihtiyacı, kişilik yapısındaki bu çelişkiyi sağlam temeller üzerinde yeniden yapılandırmaktır. Bu oldukça ağır ve zorlu bir yaşam deneyimi gibi görünse de karşıt değerlerin çatışmasından gelen farkındalığı da çok yüksek ölçüde ortaya çıkaracaktır. Geçmiş yaşamda tohumlanmış bu çatışma, kişinin daha önceki yaşantısında maddi değerlere hırsla bağlanmış, açgözlü ama hiç sevilmemiş çok zengin biri olduğunu gösterebilir. Yani söz konusu dengesizlik kişinin daha önceki yaşantıda maddi değerlerle aşırı bağ kurmasının sonucunda bu yaşantısına kader olarak aktarılmış olabilir. Maddi değerlerle kurulan aşırı bağın altında ise değersizlik duygusu yatar. Bu problemle yüzleşmek ve doğru seçimlere yönelmek aynı zamanda bir önceki yaşamdan getirilen toprak-su dengesizliğinin kalıntılarından arınmak ve bu yaşamda doğru edimlerde bulunarak bu yaşamda kader gibi görünen karakter özelliklerini aşmak, yani “makul bir dengeye” getirmek demektir.
Astrolojinin karma ile olan bu temel ilişkisini kuramayan bir astrolog ise kişiye “özgür ruh” damgasını vuracaktır. Oysaki o özgür falan değil, dışavuramadığı sevme ve sevilme isteği ile yanıp tutuşan esir bir ruhtur. Bu esaret ise ancak esas doğasının gerçek ihtiyaçlarına kulak verip bu çelişkiyi idrak ettiğinde ve dengelendiğinde bitecektir. Çünkü toprak da su da dişil elementler olup bu elementlerin doğasının en temel özelliği “güvenlik ve korunma”dır. Karma açısından o, güvenlik ve korunma ihtiyaçlarını açgözlülüğe ve korkuya saplanmadan deneyim yoluyla öğrenmek için bu planı seçmiş biridir. Kendi içindeki bu çatışmayı görmediği sürece bu paradoksun kurbanı olan kişi, bunu bir kez fark edip çözme yoluna gittiğinde esaretten kurtulacaktır. “Cesur bir ruh” olması ise böyle bir doğum haritasını, bu kadar yüksek içsel gerilimi seçtiği içindir esasen.
Satürn’ün görevi, ışıkların, gezegenlerin ve astrolojik noktaların her birinin en kutsal anlamını yakalayana kadar zamanın, çabanın, maddenin ve sınırların önemini hatırlatmak, bizleri sürekli sınavlara tabi tutmaktır. Satürn bu dersleri anlayana ve yaşam deneyimlerimizin gerçek anlamını (Oğlak süreci) kavrayana ve ruhlarımıza ev sahipliği yapan gezegenimizdeki tüm varoluş şekillerine saygı duyup (Kova süreci) onları kutsayana kadar biz insanların yakasını bırakmaz.
Kişi, Satürnyen prensiplerin ortaya koyduğu üzere kendi esas doğasına rağmen dönüşemez. Kişi bilinçaltına rağmen dönüşmelidir. Yani kişi;
Plüton’un geçmiş yaşam kalıntılarından getirdiği korkulara ve gölge değerlere
Şiron ile fabrika ayarları misali doğumla ve genlerle yanında getirdiği geçmiş yaşam travmalarına
Güney Ay Düğümü'nün işaret etiği saklanma alanlarına
Uranüs’ün taşıdığı zihinsel blokajlara
Neptün’nün illüzyonlarına, pembe tablolarına ve hayal kırıklıklarına karşın yoluna devam etmeli ve saflaşmalıdır.
Hiçbirimiz Plüton’la, Şiron’la ve Güney Ay Düğümü'yle, 8. Ev gezegenleriyle, Akrep burcunun kestiği ev ve Akrep'teki gezegenlerle en derinden yüzleşip saflaşmadıkça huzur bulamayız. Hiçkimse, bu arınmayı ve saflaşmayı sağlayamadığı sürece mahalle baskısının veya yaşamın diğer unsurlarının üzerinde oluşturduğu korku dolu etkilerden, hırstan ve tutkudan kurtulamaz, geçmiş yaşamlardan gelen etkilerden özgürleşemez ve gerçek mutluluğu yakalayamaz.
Satürn sınavlarına bir de büyük ölçekten bakalım. Pek çok başka nedenle birlikte toprağın aşırı kullanımından kaynaklı olarak açlıkla savaşan Afrika örneğine dönelim ve kendimize şu soruyu soralım: Afrika’da açlıkla yüz yüze gelenlerden değilsek o zaman biz nasıl cezalandırılmış oluyoruz?
Aşırı tüketimin getirdiği tatminsizlik ve günümüzün en yoğun sorunu olan depresyonla (Oğlak sürecindeki Satürn) cezalandırılıyoruz.
Bu dersleri almazsak eğer, sıra bize ya da çocuklarımıza, olmadı torunlarımıza, yani geleceğimize gelecek. “Kaçacak başka bir dünya yok” sloganında ifade edildiği gibi geleceğimizi (Kova sürecindeki Satürn) yok ederek cezalandırılıyoruz.
Çünkü Satürn ve Jüpiter, dünya halkları olarak hepimizi sınıfta bırakıyor. Ne Oğlak değerlerini yükseltip geleceğimizi koruyabiliyoruz, ne de Kova değerlerini yükseltip hümanist anlayıştan beslenen bir değerler sistemini geliştiriyor ve farklılığının getirdiği zenginliklerden beslenerek bu günden geleceği koruyan geniş bir dünya misyonu oluşturabiliyoruz.

Satürn’ün prensiplerinden bir diğeri de “zaman”dır. Satürn bize yaşam görevlerimizi, sınırlarımızı, sorumluluklarımızı ve maddi dünyaya ve sosyal kurumlara olan ihtiyacımızın gerçek anlamını anlatırken zamanın değerini ve önemini de hatırlatır. Özde söylediği şudur: “Unutma ki bu dünyada yaşıyorsun, senin için şu anki tek gerçek bu”. Satürn bize bu dünyada tezahür eden insanoğlunun yaşam serüvenimizde yeryüzü ve gökyüzü arasında evrilen beden ve zihninin zamanla kayıtlı ve sınırlı olduğunu gösterir. Bu nedenle Satürn bize yaşam görevlerimizi hatırlatırken bizi maddi dünya ile bağımızın zamanla biteceğini gösterecek engellerle yüzleştirerek zamanın değerini unutmamızı engeller. Ve böyle bir gezegenin “Karmanın Efendisi” olmasının anlamı, zaman ve mekânın anlamını doğru idrak etmemiz ve değerini bilmemiz içindir. Çünkü zaman ve mekân boyutlarından ayrı değerlendiremeyeceğimiz bu gezegen, ruhların tekamülü için değerlidir.
Satürn’e göre hiçkimse bu dünyadaki hiçbir şeyin sahibi değildir; herkes bu dünyanın korunması ve kollanması için görevli bekçilerdir. Çünkü Satürn zaman ve mekân demektir ve her şey zamanın ve mekânın içinde var olur ve yok olur. Önemli olan metaforik olarak reenkarnasyon ve benzeri döngülerdir. Sonsuz olan ise bu döngülerin sonunda avuçlarımızın içine doldurabildiğimiz ve kollektif bilinçdışına yansıtabildiğimiz idrak ve bilgeliklerimizdir. Tüm bu zorlukları ruhumuzu zamandan ve mekândan özgürleştirme şansımızı idrak edebilmek için yaşarız.
Satürn bizi her 7 yılda bir sınava tutarken aslında avuçlarımızın içine bakar. Onu doğru kavrayamaz ve avuçlarımızı bilgelikle dolduramazsak eğer, Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, yükselen ve Ay Düğümlerimizin doğum haritalarımızda temsil ettiği arketiplerin olumsuz ifadelerinde takılıp kalırız. Bu olumsuz ifadeler bir yandan gölge kişiliklerimizi oluştururken diğer yandan da kör noktalarımızın kaynağıdır. Doğum haritalarımızdan çıkarabileceğimiz gölge kişiliklerimiz astrolojik sembollerin içinde saklı duran arketiplerin olumsuz dışavurumlarıdır.
Kör noktalarımız ise genel olarak;
Yaşamın bize getirdiği kolaylıklarda (60 ve 120 derecelik açıların rehavetinde),
Nereden geldiğini anlamadığımız gerilimlerde (Kuzey Ay Düğümü'nün korkularında ve150 derecelik açıların taşıdığı belirsizliklerde),
Aldanışlarımızda (Güney Ay Düğümü ve Neptün’ün pembe tablolarında),
Zihinsel ve duygusal ön yargılarımızda (Uranüs ve Plüton’nun yıkıcılığında) gizlidir.
Satürn’ü idrak ettiğimizde ve seçimlerimizi bu idrakle gerçekleştirdiğimizde bilgelikle dolar ve mezun oluruz. Böylelikle Satürn’den, onun sınavlarından ve sınırlarından özgürleşebiliriz. Satürn sınavlarını başarı ile sınıfı geçtiğimizde şu özelliklere sahip oluruz:
Alçakgönüllü, sağlıklı ve cömert bir ego (Güneş)
Duygusal dinginlik (Ay),
Zihinsel huzur (Merkür-Uranüs)
Evrene güvenden beslenen koşulsuz sevgi (Venüs-Neptün),
Her çeşit korkudan arınmış, cesur, açık, net, kesin, koruyucu ve kollayıcı bir irade (Mars-Plüton),
Ruhumuzun sonsuzluğunun idrakinden aldığımız varoluş anlayışı (Jüpiter),
Ve tüm bu özelliklerimizin bir sentezi olarak kendimizi spontan, akıcı ve doğal bir stille ortaya sermenin sağladığı bütünlük duygusundan kaynaklanan özsaygı (Yükselen ve başucu noktaları)
Ödüllerimiz ise günün sonunda şunlar olacaktır:
Ego oyunlarını aşabilmenin getirdiği doğal ve spontan akışımızdan beslenerek dışa yansıyan yaşama aşkı (Ateş evleri: 1. 5. ve 9. evler)
Maddi yaşantımızı üzerine oturttuğumuz makul dengeyi sağlamak için katlandığımız sıkıntıların ve acının dönüşümünden gelen bilgelik ve sağlık (Toprak evleri: 2. 6. ve 10.evler)
Zihnin sınırlarından ve yaşamın dayattığı doğmalardan özgürleşmek için deneyimlediğimiz zihinsel kaostan doğan farkındalık ve yüksek değerlere sahip bir vizyon (Hava evleri: 3. 7. ve 11. evler),
Bilinçaltı korkularımızın dönüşüm sancısının şahidi olan ve duygusal kaostan doğan koşulsuz sevgi, evrene güven ve sonsuzluk duygusundan temellenen içsel farkındalık (Su evleri: 4. 8. ve 12. evler),
Kendimizi aşmanın coşkusu (Ay Düğümlerinin ve Satürn'ün evleri)
Kendimizi gerçekleştirmenin getirdiği bütünlük duygusundan yükselen gerçek mutluluk (Güneş'in ve Ay'ın evleri) olacaktır.