Sevgi ile Parayı Aynı Potada Eriten Gezegen: Venüs
Updated: Sep 10
Yaşam yolunun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti.” Dante, İlahi Komedya

Venüs, haz, konfor, para, maddi değerler, tüketim, almak, vermek, huzur, güven, sevgi, tensellik, güzellik, estetik, görünüş, bağlanma, ilişkiler, tatminsizlik gibi çok fazla konuyla ilişkilendirilir. Ancak Venüsyen prensibi anlamak için bunların ortak paydasını bulmamız ve sevgi ile parayı aynı torbaya koyan evrensel prensibin ne olduğunu kavramamız gerekir. İlişkileri yöneten bu gezegenin sevgi ve para gibi birbirleriyle zıt değerleri vurgularken mutlaka bizlere vermek istediği önemli bir mesaj olmalıdır.
Esasen yaşamın bize haz konfor, keyif ve zevk sunan her değerine Venüs aracılığı ile dokunuruz. Venüs özünde istemek demektir. Parayı, sevgiyi, rahatlığı, güven içinde olabilmeyi, kendimizi değerli hissedeceğimiz ilişkileri, estetik ve güzel olan her şeyi istemekle ilişkilidir. Hepimiz yaşamın tadını çıkarmayı, bu dünyada var olmanın getirdiği güzellikleri hayatımıza katabilmeyi ve endişeden uzak, huzur dolu bağlılıklardan oluşan ilişkiler içerisinde yaşayabilmeyi amaçlarız. Ve çoğu zaman kendimizi tutamaz ve bu değerleri yaşamayı, sahip olmakla eşdeğer hâle getiririz. Venüsyen problemlerimiz de işte tam olarak bu noktada başlar, dünyanın sunduğu her şeye sahip olabilmek istediğimizde. Güzellik, para, mal, mülk, statü, bizi seven bir eş, sahip olduklarımızı ortaya serebileceğimiz canlı ve hareketli bir sosyal çevre. Üstelik bunların ne kadarına sahipsek kendimizi o kadar da değerli hissederiz.
Dolayısıyla Venüs her şeyden önce bizim kendimize atfettiğimiz değeri ifade eder. Ancak iş burada bitmez. Materyalist yaşamının bu bileşenleri aynı zamanda tatminsizliğimizin de en temel sebebidir. Çünkü dünyanın bize sunabildiği maddi kaynaklar sonlu ve sınırlıdır. Sınırlı olan yalnızca madde değildir; bizim bu kaynakları elde edebilme kapasitemiz de sınırlıdır. Üstelik, birbirimizi koşulsuz kabul edebilmekten temellenmeyen her ilişki ve kalpten gelen şefkatle beslenmeyen her sevgi de sonlu ve sınırlıdır. Bu ilişkiler de bir gün mutlaka biter. Ama tüm kısıtlılıkların yanı sıra bizim onlara sahip olma isteğimiz sonsuz ve sınırsızdır. Bu çelişki ise neye sahip olursak olalım bizi kaçınılmaz olarak tatminsizliğe ve hiçbir şeyden tam olarak memnun olamamaya götürür. Çünkü mutlaka bizden daha çoğuna sahip birileri vardır. Bu hâliyle Venüs tabii ki açgözlülükle ve tüketimle de ilgilidir. Sahip oldukça daha çoğunu isteyebilmek bu Venüsyen aldanışlarımızın bir yüzüdür. Daha zorlayıcı olan diğer yüzü ise hiçbir şey isteyememek olarak dışa yansır. Kişi kendini o kadar değersiz hisseder ki, bir sevgiliye, eşe, konfora, güvenliğini oluşturacak maddi değerlere ve huzura layık olmadığına kalpten inanır.

Pek çoğumuz Venüs’ün bize vermek istediği mesajı ıskalarız. İsteyip de sahip olamadığımız her şey için, kader de dâhil olmak üzere pek çok suçlu buluruz. Ve bir türlü kendi içimize bakma cesaretini gösteremez, yaşadıklarımızın sorumluluğunu kendi üzerimize alamayız. Esasen konu son derece basittir: Yaşamın bizi besleyip beslemediğine ve destekleyip desteklemediğine yönelik inancımız, ihtiyaçlarımızı gidermek için nasıl istediğimizi ve kendimizi almaya layık görüp görmediğimizi belirler.
Bu inancın temeli ise “Özdeğerimiz nasıldır?” sorusunun cevabında saklıdır. Tabii ki bu sorunun muhatabı tek başına Venüs değildir. Çünkü özdeğerimizin temelleri geçmiş yaşantılardan ya da doğumla gelen izlerden (Şiron ve diğer gezegenlerin doğum haritalarımızda yerleştiği ve karmik tohumlarının saklandığı astrolojik evlerden), çocukluk yaşantılarından (Ay’ın bulunduğu burçtan, evden ve aldığı açılardan) ve Venüs’ün üst oktavı olan Neptün’ün yerleşimi ile atılmıştır. Venüs bizim geçmiş yaşamlardan yanımızda getirdiğimiz ve çocukluk yaşantılarıyla genişlettiğimiz özdeğer kümemizi dışa yansıtan sözcümüz gibidir. Biz farkında olsak da olmasak da o, bu kümede yer alan her şeyi davranışlarımızla, isteyebilme ve verebilme yeteneklerimizle dışa yansıtır. Dolayısıyla, Venüs kendimize atfettiğimiz değeri ilişkilerimize yansıtan enerji kanalıdır.
Venüs’ün Boğa süreci ile bağlantısı tam olarak diğer gezegenlerce oluşturulan ve/veya geçmiş yaşam kalıntıları olarak yanımızda getirdiğimiz özdeğerin yaşam içerisinde kendimizle ve başkaları ile kurduğumuz ilişkiler aracılığı ile sınanması, dönüşmesi veya daha da katılaşması ile ilgilidir. Kendimizi değerli buluyor isek, kendimizi almaya layık görürüz ve yaşamın bize sunduğu her çeşit desteği kalpten kabullenebiliriz. Tüm güzellikleri, sevgiyi, parayı ve güven duygusunu koşulsuz kabul eder, önümüze çıkan fırsatları görür ve değerlendiririz. Doğal olarak bu kabul yanında huzurlu bir yaşamı getirir ve sıra ilişkilere, yani Terazi sürecine geldiğinde ise başkalarını gönülden desteklemeyi, kaynaklarımızı onlarla paylaşmayı ve onları da en az kendimiz kadar değerli görmeyi başarırız. Onların da almaya ve desteklenmeye layık olduklarına içten bir şekilde inanır ve “kalpten vermeyi” biliriz.
Gerçekten almayı öğrenemeden vermeyi öğrenmek asla mümkün olamaz. Bu durum da çoğu zaman, karmaşık, anlaşılmaz, tutarsız veya tatminsiz ilişkiler olarak yaşamda cevap bulur. Karşımızdaki için fedakârlık yaparız, ona kul köle oluruz, kendi isteklerimizi ve ihtiyaçlarımızı onunkilere kurban ederiz ama yine de bir türlü değerimiz bilinmez. Anlatırız olmaz, saçımızı başımızı yolarız olmaz, kendimizi biraz güçlü hissettiğimizde muhatabımızı paralarız, yine olmaz. Kendi değersizliğimizin öfkesini karşımızdakine yansıtır, onu ince diplomatik bir dille ya da üst perdeden incitir, ezer ve aşağılarız. Ya da onun ne kadar değersiz biri olduğunu ona göstermek adına her çeşit zulmü yapar ve böylece kendi içimizdeki değersizliği ona yansıtarak kendimizi kendimize ispat eder dururuz. Terk ederiz olmaz. Terk ediliriz, hiç olmaz. Sevgi ararken elimizde kendi değersizliğimizi yansıttığımız ilişkiler kalır.
Bu ilişkilerde kimin kurban, kimin zalim olduğu ise özünde hiç fark etmez. Kurban rolüne bürünmek çoğu kez daha ahlaklı gibi görünürse de kurban olan kendine yapılan zulme razı olarak en büyük kötülüğü kendine yapan zalimdir. Bu roller öylesine ince bir çizgi ile birbirinden ayrılır ki zalim birden kurban, kurban aniden zalim olabilir. Dahası bilinçsiz bir şekilde ilişkilerin yansıtma ve aynalama diye yaygın olarak tanımlanan dinamiğine başvururuz. Çünkü, karşımızdakinin elindeki ayna ile bize göstermeye çalıştığı yüzümüzü görmek farkındalık ister.
Farkındalığın yolu da içsel cesaret ve kendimizle yüzleşmeye gönüllü olmaktan geçer. Farkındalık sevabıyla günahıyla seçimlerimizin sonuçlarının ve kendi yaşam yolumuzun sorumluluğunu üstlenmek ve başkalarına yıkılmamak demektir. İlişkilerin kurbanı ya da işkencecisi olmaktan kurtulmak kendi yaşam sorumluluğumuzu kendi ellerimize almak, ayaklarımızı yere sağlamca basmak ve seçimlerimizi yalnızca güvenlik kaygısından değil de ruhumuzu besleyecek sevgiye bizi ulaştıracak yönde kullanmakla mümkündür.
Venüs işte bu nedenle parayı, yani maddi güvenlik ile sevgiyi, yani duygusal güvenliği aynı potaya koyar. Bu ikisini makul bir oranda birleştirebilmek tam olarak bir yaşam virtüözü olmak demektir. Venüs’ün sanatla ve yaratıcılıkla, nezaket ve incelikle ilgisi de buradan doğar. Bu denge nazik, kırılgan ve sihirli bir denge gibi görünse de anahtarı son derece açık bir şekilde ve gözümüzün önünde durur. Kendimizi gerçekten almaya layık göremediğimiz için esas doğamızın ve ruhumuzun ihtiyaçlarına cevap verecek kişileri yok saydığımızı bir türlü idrak edemeyiz ve yaşamın fırsatlarla dolu olduğunu göremeyiz. Dünyada hepimize yetecek kadar kaynak bulunduğuna bir türlü inanamaz ve burnumuzun dibindeki seçenekleri elimizle iteleriz.
Çoğumuz kendimizi nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde bu döngü içerisinde buluveririz. Üstelik hepimiz ilişkileri ruhumuzu besleyecek sevgi ihtiyacını gidereceğimiz bir alan olarak tanımlarız ve her seferinde bu amaçtan yola çıktığımıza inanırız. Oysaki gerçek bu değildir. Çoğumuz yalnızlık korkusundan, yaşamda dayanaksız ve desteksiz kalma paniğinden, güvenlik endişesi veya mahalle baskısıyla ilişkilere girer ve tüm sorunlara rağmen aynı endişe ile bu ilişkileri sürdürürüz. Çünkü hayata güvenmeyiz, çünkü yaşamın bize fırsatlar sunacağına, daha tatminkâr yollar açacağına bir türlü inanamayız. Çünkü kendimizi bu desteğe ve fırsatlara layık göremeyiz. Evren de sahip olduklarımıza bağlanmak yerine, kendimizi değerli ve almaya layık görmekten beslenmesi gereken bu güven duygusunu içimizde oluşturana kadar bizi ilişkilerle sınar durur.
İlişkiler en değerli karmik sınavlarımızdır. İlişkiler hepimiz için, geçmiş yaşamlardan bir şekilde yanımızda getirdiğimiz açgözlülükten kibre, yoksunluk korkusundan değersizlik duygusuna kadar her çeşit yüzümüzü doğrudan ya da dolaylı yollarla karşımızdakilere yansıtma alanlarıdır. Ve aynı şekilde karşımızdakinin bize bu duygularımızı bir ayna olarak geri yansıtmasını da içerir. Esasen ilişkiler, en değerli öğrenme, gelişme ve dönüşme potansiyelini içinde barındırır. Kendimizi ne kadar değerli, işe yarar, saygı değer ve anlamlı bulursak bulalım, eğer bu değerleri ilişkiler aracılığı ile sınamak ve onaylatmak istiyorsak hâlâ öğreneceğimiz çok şey var demektir ve asla özgür değilizdir. Sürekli olarak bu değerleri bize olumlayacak birilerini arar dururuz. İlişkiler bizim için bir olumlama aracı değil de ruhumuzu besleyecek sevgi ihtiyacını aradığımız bir alansa, ne alma, ne verme ve ne de değersizlik gibi bir sorunumuz vardır. Yalnızlıktan korkmaz, evrenin bizi desteklediğine, Tanrı’nın bizi sevdiğine ve sevilmeye layık olduğumuza kalpten inanırız. Yalnızca özdeğerimiz gelişmişse kendimizi sevgiyi almaya ve sevgi dolu ilişkilerle desteklenmeye layık görür ve ancak o zaman karşı tarafa da gönülden verebiliriz. Aksi takdirde özdeğerimizi cebimizdeki paraya, gençlik ve güzelliğimize, sahip olduğumuz statülere ve onay gören sosyal davranış biçimlerine indirgeriz ve her geçen gün bunlara daha da sıkı sıkıya bağlanıp, sahip olduklarımızı artırmak için açgözlülükle her şeyi aynı anda isteriz. Huzur ve güvenlik için ihtiyacımız olan “maddi bağlar” huzursuzluğumuzun en büyük sebebi hâline gelir. Hâl böyle olunca yaşamımızı ve ilişkilerimizi bir yamyam gibi tüketiriz.
Sonuç olarak, Venüs’ün istediği sadelik ve tokgözlülükten gelen bir güzellikle, şefkat dolu, incelikli ve kadirşinas ilişkiler kurma becerisini geliştirmemizdir. Venüs her şeyden önce bu ilişkilere kendimizi layık görmemizi ve ruhumuzu beslemeyen hiçbir ilişkiye ve sevgisizliğe kendimizi mahkum etmememizi ister. Venüs almayı bilenlerin ancak kalpten verebileceğini anlamamızı, paranın ve maddi değerlerin yalnızca yaşamın sürdürülebilirliği için gerekli olduğunu, yaşamın tadını ve dünyanın zevkini sahip olmadan da çıkarabileceğimizi söyler. Bizi sevgi ve sanat dışında başka hiçbir şeyin derinden tatmin edemeyeceğini anlatır. Bu tatmini yaşamadığımız her ilişkinin karmik bir senaryo olduğunu, maddi dünya ile ruhumuzu uyumlamayı öğrenene kadar da bu senaryolardan kurtulamayacağımızı gösterir. Venüs, karma bağlarımızdan özgürleşmemizin birinci şartının özdeğerimize aradığımız onay arayışından özgürleşmek olduğunu kafamıza vura vura anlatır.
Venüs yalnızca kendimizi değil hayatın bize sunduğu tüm güzellikleri kutsamamızı ister. Güzelliğin uyum demek olduğunu, güzelliğin görenin, duyanın ve dokunanın ruhunu hafifletecek bir dengeyi içinde barındırdığını, ruhumuzu doğayla, sanatla, müzikle hafifletmemiz gerektiğini söyler. Kendimizi sevmediğimiz sürece yaşamı sevemeyeceğimizi, yaşamı sevmediğimiz sürece de sağlıklı ve dengeli ilişkiler kuramayacağımız anlatır durur. Tabi kii kendiyle yüzleşmeye gönüllü olanlara...